23 Temmuz 2017 Pazar

Kıbrıs Barış Harekâtı ve Fırat Kalkanı karşılaştırması II

Mehmet Tanju Akad hocamızın Fırat Kalkanı ile Kıbrıs Barış Harekâtı'nı anlattığı yazısı dizisinin ilk bölümünü sizlerle paylaşmıştık. ( İlgili yazıyı okumak için tıklayın)

Hoca bugün de ikinci makaleyi hazırladı. Sizleri bekletmemek adına yazıyı hemen bloggumuzda paylaşıyoruz...


20 Temmuz yıl dönümü vesilesiyle bir karşılaştırma


KIBRIS ve FIRAT KALKANI OPERASYONLARI - II

1933 yılında yayınlanan "20 Yüzyıl Savaşları" kitabımızda Türkiye'nin iki buçuk cepheli bir savaşa hazırlanması gerektiğini ilk kez dile getirmiştik. Buçuk derken iç emniyet cephesini kast ediyorduk. Sonraları bunu savunan başkaları da oldu çünkü gelişmeler buna işaret ediyordu. Bu cepheler beklemediğimiz biçimler aldılar ama çok yönlü saldırı altında kalacağımız yönündeki tahminlerimiz doğru çıktı. 


Batıdan çok çeşitli baskı yapılır ve nihayet 15 Temmuz kalkışması tezgahlanırken, diğer yandan Terör/PKK/Hendek Savaşları, öte yandan da Fırat Kalkanı'nı yapmak durumunda kaldık. Fazlasını da kışkırttılar ve gerektiği taktirde tezgaha koyabilirler. O taktirde, iç emniyet cephesinin yanı sıra doğu/güney cepheleri ve batı cepheleri farklı biçimler alabilir.  Spekülasyonunu size bırakıyorum.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ara nesil tank ihtiyacının karşılanması maksadıyla modernizasyonu gerçekleştirilen ismini harp tarihinin büyük komutanlardan General George S. Patton'dan alan M60 Patton A1 tankları ( Kasım 2016 / El Bab)
En büyük sorunumuz, tüm bunlarla başa çıkabilecek bir milli mutabakatın dışındaki unsurlarımızın çoğalması ve milli mutabakatı temsil edecek istikrarlı kurumlaşmalarımızın zaaflarının artırılmasıdır. Milli tutum güçlendikçe en ufak bir endişemiz olmaz. Ne yazık ki, Kıbrıs'tan itibaren daha çok sayıda yurttaşımız yabancı etkilere kapılıp alçak bir ihanete sürüklendiler. Bunlar içerisinde sağcılar, solcular, her türden, mezhepten kişi var. İşimizi zorlaştırıyorlar.
Fırat Kalkanı Harekâtı'nda Türk tankçı birliği. Çift başlı Leopard 2A4 ( Eylül 2016 / Cerablus)
Konunun siyasi yönlerini ele alırken öncelikle vurgulamamız gereken husus, yaşadığımız süreçlerin başladığı Soğuk Savaş ortamının günümüzden çok farklı olmasıdır. Türkiye Soğuk Savaş sırasında batı için "tahammül edilmesi gereken bir sözde müttefik" iken, sonrasında "inisiyatifinin kırılması, güç kazanmasının önlenmesi gereken bir ülke" haline gelmiştir. 

Tabii ki, bu bir günde olmadı ama 1985-87 yıllarından beri irili ufaklı yüzlerce olay, tutum, yorum, dezenformasyon vs. buna işaret etmekteydi ki, söz konusu tarihte Soğuk Savaş henüz sona ermemişti. (Ancak batılı köpek balıkları kan kokusunu almıştı. Bu yıllarda kötü şeylerin gelmekte olduğunu hissetmiş ama henüz biçimlerini tam kestirememiştik; esasen olacakları kimse kestiremezdi.) 

1990-91'den sonra batı dünyasının bölgemizle ilgili politikaları derhal 1918'e "reset" etti. Yugoslavya'nın, Kafkasların, Irak, Suriye ve Libya'nın parçalanması bunun aşamalarıydı. Türkiye'de kim iktidarda olursa olsun, batı politikalarına karşı tam boyun eğmezse, ipi çekilmeye çalışılacaktır. 

15 Temmuz kalkışması da her şeyden çok daha fazla bununla ilgilidir. AKP'nin sayısız alanda batı dünyasının taleplerine boyun eğmiş olmasından çok daha önemli olan husus, bölgesinde bir oyuncu olmaya çalışmasıydı. Bu batı için affedilmez bir suçtu. Nitekim uzun süre birbirinin sırtını sıvazlamış olan Fetullahçılar ile AKP arasında kavganın İran fonları vesilesiyle su yüzüne çıkmış olması asla tesadüf değildir.

Kıbrıs çıkarmasından birkaç ay sonra, aralarında generallerin de olduğu Yunan bazı subayları Lübnan'da görülmüştü. Bu, 1974 sonbaharında bir gazetede de haber oldu. Yunanlıların o dönemde istikrarını yitirmiş bu ülkede Türkiye aleyhine bir şeyler tezgahlamaya çalışmasına şaşırmadık ama pek de önem vermedik. 


Burada Filistinli solcu gruplar ve Hıristiyan milisler vardı ve bunların uzun vadede Türkiye'ye çok zarar vermesini, güneyden yeni bir cephe açılmasını mümkün görmüyorduk. Zaten, bunu o dönemde kimsenin öngördüğünü de sanmıyorum. Ama işte sonunda gerçekleşti. 

Üstelik 40 yıla da kalmadı, 10 yıl içerisinde gerçekleşti. Yunanistan yalnız değildi ve batı dünyası önce Asala'yı sonra PKK'yı Türkiye'nin başına sardı. Bunlar Kıbrıs çıkarmasının doğrudan devamıdır ama, resmin sadece bir parçasından ibarettir.

1970'li yıllarda, Türkiye'de Fetullah örgütlenmesi de yaygınlaştırılıyordu ama henüz çok mevzi kazanmamıştı. Sivil ve askeri kadrolar arasında milli tutumu savunan daha çoktu ve Türk solunda, ileride emperyalizme hizmet edecek aşağılık kişiler muteber birer kişi gibi etrafta dolaşıyordu. Yani emperyalizmle didişme çok farklı platformlarda az çok sürüyordu. 


Esas tasfiye ve gerici kadrolaşma 12 Eylül sonrasında hız kazandı. Siyasi ortam giderek gericileşirken, batı dünyası öncelikle CHP'yi denetim altına alma çabalarını aralıksız sürdürdü. Körfez ve Irak'ın işgali gerçekleşirken, Asala geriye çekilerek PKK sürekli desteklendi.

Sonra Arap ülkelerinin parçalanması gündeme getirildi. Türkiye bu sırada NATO'nun peşinde, çaresizlik içerisinde eski coğrafyamıza yapılan işkenceyi izledi. Teslimiyetçi tutum ülkemizin kılcal damarlarına kadar girmişti. Buna rağmen, 15 Temmuz'da bile, Atlantik ötesinden yöneten kalkışma bastırılabildi. Kalkışmanın AKP tarafından kendi siyasetini geliştirmek için kullanılması ayrı meseledir. İşi çok dallandırmadan sadede gelelim.

ABD Suriye stratejisi: Temelde kararlı ve sabittir. Süreçte bazen belirsizlik varmış gibi görünse de, bunlar, ABD'nin yeni durumlara karşı tedbir aldığı dönemlerde ortaya çıkan geçici durumlardır. ABD açısından belirsiz olan Suriye'nin nihai durumudur ama Irak ve Suriye'de bir Kürt devleti hedefi sabittir. Bu devletin sınırları elbette ki ABD'nin öngördüğü şekilde olmayacaktır ama fiilen oluşturulan küçük bir yönetim bile batı ülkeleri ve İsrail'e sürekli bir müdahale aracı temin edecektir. 


Bu yönetimin devletleşmesi veya Suriye'de yayılmasının önünde engel olan Türkiye sürekli baskı altında tutulacaktır. Diğer batı ülkelerinin, Almanya ve diğerlerinin bunun tersi bir politika uygulaması beklenemez, sadece yapacakları pisliklerin derecesi farklı olabilir. 

Türkiye, bir NATO ülkesi olarak konumu ve iktisadi-siyasi bağlantıları nedeniyle Irak ve Suriye'de net bir strateji uygulayamamasının bir nedeni de, AKP'nin iç politikaları dış politikasını kimi zaman felç etmesidir. Örneğin HDP tabanından oy desteği almak için PKK'ya bir dönem göz yummuş, Fetö ile işbirliği sürerken Ergenekon davalarına ses çıkarmamış, Suriye'nin toprak bütünlüğünü sözde desteklerken Esad'ın gitmesini istemiş, Rusya ile inişli çıkışlı bir ilişki sürdürmüştür. 


Bu kadar sarsıntının içerisinde güven veren bir dış politika uygulanmaz. Buna rağmen, Fırat Kalkanı harekatının yapılmasının şart olduğu değerlendirilmiş ve uygulamaya konulmuştur. Burada IŞİD'in görevi etrafı dağıtmak ve batı eliyle yeniden yapılandırmanın yolunu açmaktı. Bunu yaptı. Şimdi tasfiyesi için uğraşılıyor. Bu iyi. Ama işte bu ortamda Suriye'de YPG/PKK'ya kazandırılan mevzilerin de tasfiyesi gerekir ve Türkiye'ye batı dünyası tarafından yapılan baskılar esas olarak bunu önlemeye yöneliktir. Yoksa Türkiye'de üç gazeteci hapismiş, beş kişiye bilmem ne yapılmış, batının binde bir umurunda değildir. Türkiye'deki terörü elli yıl batı ülkeleri destekleyip büyüttü. Hepsi iki yüzlüdür. 

Bir yandan batı dünyası içerisinde eğreti bir şekilde kalıp, bir yandan batının politikasına karşı çıkmak kolay değildir. İnce bir ipte yürümektir. En başta ekonomi giderek sıkıştırılıyor. AKP'nin de, tüm eski hükümetlerin de temel sorunu dış kaynak bulmak olmuştur. Bu kaynaklar sıkıştırılırken, batı her türlü baskıyı artırırken ve diğer yandan da istenmediği açıkça ilan edilen Esad'ı destekleyen Rusya ile fazla ters düşmeden Suriye'de askeri operasyon yürütmek kolay değildir. Bu nedenle kağıt üzerinde ideal harekat planları yapıp uygulayamazsınız. Aşırı kısıtlama altında, en iyisini yapmaya çalışacaksınız.

Askeri harekat açısından, sayısız ülkenin var olduğu, Amerikalılar, İngilizler, Ruslar, Almanlar, Hollandalılar, Kanadalılar, İran, Arabistan, Ürdün, İsrail ve diğer yerel güçlerin cirit attıkları ve hukuki statüsü kalmamış bir ülkede alan genişletmek son derece zordur. Buna rağmen Fırat Kalkanı batının planlarına bir ölçüde taş koymuş ve daha fazlasının yapılabileceğinin işaretini vermiştir. 


Batı buna karşı bin bir şeytanlık, bin bir baskı ile caydırıcılık yapıyor. Durum devam edecek. Ne var ki coğrafi avantajımız, sınır koruma hakkımız ve tarihi bağlarımızı kullanarak biz de orada var olmaya devam edeceğiz. 

Bunun getireceği sıkıntılar fazladır ve devam edecek. 15 Temmuz'un öncelikle bununla ilgili olduğunu bir an hatırdan çıkarmayalım. İç istikrarsızlık tehditleri başımızdan eksik edilmeyecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder