15 Aralık 2018 Cumartesi

8 Aralık 2018 Cumartesi

Hair and Skin

Mazzy Star, 1989'da California'nın en güzel kadınlarından Hope Sandoval ile David Roback tarafından kuruldu. Hâlâ daha da müzik yapmayı sürdürüyorlar. Oldschool kültürü sevdikleri için  extended play olarak kaydettikleri Still albümüyle (2018'de yayımlandı) ABD'de unutturdukları isimlerini yeniden hafızalara kazıdılar.

Benim bahsetmek istediğim kariyerleri değil. Hair and Skin adlı güzellikleri.

Şarkının orjinali Green and Red grubuna ait olsa da daha çok Mazzy Star ile özdeleşti. Hair and Skin, doğası gereği hüzünlüdür. Aralık ayında Berlin'de geçirilen bir gece kadar soğuktur şarkı. Güzel bir kadının sizi, tanımadığınız bir yere daveti kadar cüretkârdır.

Karmaşık duyguları (sevinçli- hüzünlü, durgun-heyecanlı) bir arada hissettiren ender şarkılardan.

Bir hastalık adı olsaydı eğer bu şarkının, obsesis kompulsif bozukluk derdim.

2 Ekim 2018 Salı

Hold the Dark

Türk mitolojisinde olduğu kadar dünya sinemasının da en çok kullandığı öğelerden olan Kurt metaforu Jeremy Saulnier tarafından Hold the Dark'da dibine kadar kullanılıyor.

Netflix'in tükenmek bilmeyen kaynaklarının sınırsızca kullanıldığı filmde, izleyici doğa ile bütünleşiyor. Türkiye'den Nuri Bilge Ceylan sinemasını andıran plan-sekansları ile Alaska'nın vahşi ve soğuk havasını iliklerimize kadar hissediyoruz.

Şamanistik göndermeleri, yavaş yavaş artan gerilim dozu, kasabalıların özgün hayatları, Tarantinovari bol kan sekansları, kurt maskeleri, soğuk renk kullanımı ile filmin izleyici üzerindeki etkileyiciliği de artıyor.

Biliyorum, artık bu ortamlarda bir şeyler okumak sizleri yoruyor. O yüzden sizi çok yormamak adına Hold the Dark için orta kalitede bir film diyeceğim.

Nihayetinde vasat ancak özverili oyunculuk performansları için izlenmesi gereken bir yapım.

28 Eylül 2018 Cuma

Still Corner'u neden sevmeliyiz?


Ennio Morricone'nun simetrik sesleri, göz kamaştırıcı 80'ler synth pop'u.

Greg Hughes ile Tessa Murray'nin birlikteliği ile kurulan Still Corners, tadı damakta kalan bir yemek gibi. Ennio Morricone'nun simetrik sesleri, göz kamaştırıcı 80'ler synth pop'u ve biraz da Londra'nın kasvetli havasıyla dört başı mamur bir grup.

Still Corner vücudu teskin ediyor. Dinlendiriyor. Güzel bir filmden sonra bünyede bırakılan naif bir etki gibi.

Still Coner uzun süre vazgeçilemeyen bir alışkanlık, bitmeyen yolda olma hissi...

Kendilerini çok seveceksiniz...

4 Eylül 2018 Salı

I, Tonya

1980'ler Amerikası. Her şey, herkes olabildiğince cinsiyetçi. Ronald Reagan'ın politiklarınca dayatılan Amerikan yaşam tarzı, Amerikan aile formu gibi prensiplerine uymayan bir kadın.

İlişkilerinde, aile yaşantısında çatışma halinde olsa da o, çok başarılı bir buz pateni sporcusu.

I, Tonya, buz pateni sporcusu Tonya Harding'in gerçek hayatını beyazperdeye taşıyan biyografi türünde bir belgesel. Gerçek hikâyeden yola çıkan senaryosu, Amerikan kültürünü eleştiren yapısıyla son derece sağlam bir film.
İzlerken bazen filmden kopabiliyorsunuz ancak Tonya'yı canlandıran Margot Robbie ile annesi rolünde izlediğimiz Julianne Nicholson'ın şahane oyunculuğu filmi tek başlarına sırtlamaya yetiyor.

Beni en etkileyen sahne Tonya'nın hâkime kendisini hapse atması için yalvardığı sekans oldu. Tat kaçırmamak adına I, Tonya'yı izlemenizi tavsiye ederim.

31 Ağustos 2018 Cuma

Sıkı Aynasızlar (Hot Fuzz)

İlk uzun metrajlı filmin Shaun of the Dead ile (Zombilerin Şafağı) Londra sınırlarını aşan yönetmen Edgar Wright'ın ikinci filmi olan Hot Fuzz (Sıkı Aynasızlar) tipik bir İngiliz kara komedisi. Absürt olaylar etrafında toplanan senaryosu, dinamik kurgusu ve hareketli plan-sekanslarla izleyicinin seyir zevkini bir an bile düşürmeyen bir yapım.
Simon Pegg'e Nick Frost'un eşlik ettiği filmin kamera renkleri de İngiltere'nin kasvetli havasından izler barındırıyor. Ayrıca Sandford şehrinin gerçekliğini korumuş Ortaçağ havası, Wright'ın sinematografisiyle oldukça iyi değerlendirilmiş.

Filmde, Bad Boys ile Kathryn Bigelow'ın Point Break'ine yapılan göndermeler, küçük detaylara dikkat eden izleyicilerin hoşua gidecektir.
Ayrıca, Cate Blanchett ile Peter Jackson'ın hoş sürprizler yapacağı film, İngiliz sinemasının kendine has mizahıyla iyi bir seyirlik vaat ediyor...

8 Ağustos 2018 Çarşamba

Guy Ritchie esintili Ali Atay fimi; Ölümlü Dünya

Ali Atay'ın İngiliz kara mizahından esintiler taşıdığı son filmi Ölümlü Dünya, standartların üstünde bir komedi filmi. Atay'ın kafasındaki -nihayet yapmak istediği- filmi yapmış olduğunu düşünüyorum.
Ölümlü Dünya, Atay'ın Limonata'sından sonraki ikinci uzun metrajlı filmi. Atay'ın iyi bir gözlemci olduğunu senaryoda diyaloglara yaptığı dokunuşlardan anlayabiliyoruz. Film görünürde Kadıköy Haydarpaşa'da kebabçı dükkanı işleten ancak bin yıldır bir gelenekle kiralık katillik yapan Anadolu Tat 1071 ailesinin hikâyesini anlatıyor. Karakterlerin her birinin absürtlükte zirvede olduğu filmde yer yer insanı gülmekten koparacak sekanslarda yer alıyor.

Atay'ın Ölümlü Dünyası, İngiliz kara mizahının bu topraklara uygun şekilde harmanlanmış hali gibi. Özellikle de Guy Ritchie'nin Lock Stock and Two Smoking Barrels filminden referanslar alan Ölümlü Dünya, Türk komedi filmleri arasında üst basamaklarda kendine yer bulacak bir yapım. Filmin açılış sekansı ile kullanılan kamera açıları da biraz Tarantino esintileri taşıyordu. Ancak senaryodaki titiz çalışma, Atay'ın -herkesçe eleştirilmiş ancak ben beğendim- iyi yönetmenliği seyirciyi filme karşı her zaman diri tutmayı başarıyor. Açıkçası Cem Yılmaz, Özkan Uğur, Mazhar Alanson, Ozan Güven ve Zafer Algöz beşlisine Ahmet Mümtaz Taylan, Sarp Apak, Ahmet Kul, Feyyaz Yiğit ve Doğu Demirkol iyi alternatif olmuş. Ayrıca filmin en ilginç karakterlerinden biri de Drive'daki Ryan Gosling esintili sürekli arabayı kullanan Özgür Emre Yıldırım'ın canlandırdığı Atakan karakteri. Temiz yüzünün altında gizli psikopatlığını taşıyan Atakan filmin en nevi şahsına münhasır karakterlerinden.
Ölümlü Dünya, Türk sinema tarihinde suç-komedi/absürt deneme türünde yerini alacak ve kendinden sonra gelen filmlerle hep kıyaslanacak bir yapım olacak. Ayrıca filmin finali -belki- ikincisinin de olabileceğinin sinyalini izleyiciye veriyor. Gelir mi, orasını bilemeyiz. Ancak Atay eğer ikinci filmi çekmek istiyorsa karşısında çok zeki bir kitle olacak ve onların beğenisini kazanması için de ilk filmden daha özenli çalışması gerekecek.

27 Temmuz 2018 Cuma

So far so good!

Buraya kadar bir sorun yok. Peki bundan sonrası?

Mathieu Kassovitz'in Le Haine'ndaki gibi. Silahlar çekilmiş. Birini kaybetmişsiniz ve atacağınız son mermi sizin de yaşamınızı etkileyecek. Ne yapardınız?

Aptal biri gibi silahı çekip karşınızdakini vurur muydunuz? Zaman geçiyor. Tik tak, tik tak, tik tak. Silahın ateşleme mekanizmasını çekiyorsun. Tik tak, tik tak. Zamanı durdurmak istiyorsun ama biliyorsun ki o zaman geçecek.
Ne kadar boğulacak gibi hissetsen de yaşanacaklara engel olamayacaksın. Silah ateş alacak. Kim ölecek? Sen mi, o mu?

4 Mayıs 2018 Cuma

The Purge üçlemesi

Purge üçlemesinin en soluk filmi. Senaryosunun yazıldığı dönem ABD Başkanlık seçimlerine denk geldiği için Trump'a yönelik olarak zorlama göndermeler de olsa Purge'ün son serisine 'vasat'tan öte yorum yapamıyorum.

Frank Grillo'nun as oyunculuğu bile filmi kurtarmaya yetmiyor.

O yüzden buralara gelip de bu yazıyı okuyorsanız Purge serisinin 2013 yapımı ilk filmini izleyip (The Purge), 'Arınma' macerasını orada noktalayabilirsiniz.

6 Nisan 2018 Cuma

The Shape of Water


Guillermo del Toro, 'as yönetmen'ler sınıfının en titiz temsilcilerinden. Soğuk savaş döneminde (1950'ler) Elisa adlı temizlikçi bir kadının hikâyesine odaklanan The Shape of Water, yeşil tonların ağırlığıyla dönemin soğukluğunu görsel sanatlarda verilen bir ders niteliğinde işliyor.

Hollywood nimetlerini sonuna kadar kullanan Del Toro, iyi-kötü gibi ahlaki unsurların ayrımını da net biçimde anlatıyor.
Epik anlatım tarzıyla izleyiciyi sıkmayan bir tempoda ilerleyen film, etkileyici görselliği, mekân çekimlerindeki olağanüstü incelikteki detaylar, klişeye başvurup Hollywood'a sunulacağı için katharsis (duygusal boşalım) bir finalle son bulsa da Del Toro, kendi kurduğu dünyayı izleyiciye net olarak yansıtmayı başarmış. (Ödülünü de 4 Oscar heykelciği ile aldı)

Del Toro, dönem filmi yapmayı seviyor. Pan'ın Labirenti'nde İspanya İç Savaşı'nı epik bir anlatımla izleyeciye sunan yönetmen, benzerini The Shape of Water'da da uyguluyor. Ancak Pan'ın Labirenti'ndeki eleştirel politik alt metinleri bu filmde bulabilmek çok zor.

Velhasıl, The Shape of Water, "başyapıt" olmasa da kült filmler arasındaki yerini çoktan almış durumda.

4 Nisan 2018 Çarşamba

İyi bir alternatif seyirlik; Güneşli Pazartesiler


Önemli olan bizim Tanrı’ya inanıp inanmadığımız değildir. Önemli olan Tanrı’nın bize inanıp inanmadığıdır. Eğer inanmıyorsa hapı yuttuk demektir.

Güneşli Pazartesiler, politik alt metninin dolu olduğu, 6 liman işçisinin hayatını konu alan İspanyol filmi.  İspanya'nın auteur yönetmenlerinden Fernando Leon de Aranoa'nın kamera arkasında olduğu filmde, "başkasının hayallerini gerçekleştirmek için çalışan" insanların öyküsü, karakterlerin derine inen ruhsal analizleriyle işleniyor.

Diyalog ağırlıklı filmde, Brit sinemasından alışık olduğumuz bar sekansları Güneşli Pazartesiler'de de klişe mekân konumunda. Merkezi diyalogların barda (barın ismi  La Navarra Bar) geçtiği uzun ve edebi metin hassasiyetinde yazılan metinlerin dile getirildiği bu yer, tüm karakterlerin buluşup, birbirlerine sorunlarını anlattıkları, adeta kaçış noktası.
Filmin oyuncu kadrosunda, sonraki yıllarda İspanyol sinemasının öncü aktörlerini oluşturacak Javier Bardem, Luis Tosar gibi isimler yer alıyor.

Durağan yapısı zaman zaman filmden kopmalara, izleyicinin dikkatini başka yönlere vermesine sebep olsa da filmin barındırdığı politik göndermeler, şiirsel anlatım, kullanılan renkler sayesinde film bittiğinde filme karşı tatlı bir tebessüm de bulunabiliyoruz.

Santa, Jose, Lino, Amador, Reina, Rico ve Sergei isimleri üzerinden sadece Vigo'da yaşayan bu karakterlerin sorunu değil, bizim gibi birçok insanın ortak sorunları/dertleri anlatılıyor. Sözün kısası, Güneşli Pazartesiler, iyi bir alternatif seyirlik.

Güneşli Pazartesiler, asıl 'Kaybedenlerin' anlatıldığı bir film. Bizdeki gibi Kadıköy bohemliğinde 'sahte kaybeden" değiller.

28 Mart 2018 Çarşamba

Hedonutopia


Godard hassasiyetinde bir klip.  Hellen mimarisi kadar güzel sözler.

Hedonutopia, naif, bünyeyi yormayan müzikleriyle o kadar iyi hissettiriyor ki.

Sofar İstanbul'un velinimetleri kendileri.

Hedonutopia, haz anlamına gelen Hedonistan kelimesinden geliyor. Daha sonra grup üyeleri isim olarak Hedonutopia olsun diye karar veriyorlar.

"Harp tarihi ile ne ilgisi var?" demeyin; Hedonutopia'nın mistik şarkıları ile okunan makaleler, kitaplar daha da güzelleşiyor.

22 Şubat 2018 Perşembe

Benim Varoş Hikâyem

Adana.
Türkiye'nin en karakteristik şehirlerinden biri.
Kimilerine göre sempatik insanlarıyla kimilerine göre de her köşe başındaki bir kebabçısıyla meşhur.
Yaşar Kemal'i, Orhan Kemal'i, Muzaffer İzgi'yü, Yılmaz Güney'i çıkaran 'kutsal topraklar'. Güneşe kızıp ateş edenlerin memleketi.
"Adanalıyık, Allah'ın adamıyık, ayıkıyon mu?" sözleri dillere pelesenk etmiş nemi fazla, yüreği tertemiz insanların yurdu.
İncirlik'e gelen ABD'li askerlerin "Dünyanın en büyük köyü" olarak gördüğü, Türkiye'ye 20. yüzyılda 'İmparator' vermiş bir şehir.

Adanalı bir arkadaşım vardı. (üniversiteden sonra hiç görüşemedik kendisiyle) Babası demiryollarında makinist olarak çalışıyordu. İstanbul'a geldiğinde Beyoğlu'nda Adana İl Sınırı adlı restoranda yemek yemiştik. Rakı ve şalgam ile kafası biraz parlayınca, "Biz Adanalıların üç şeyden vazgeçemeyiz. Etten, götten ve muhabbetten" demişti.  Bir de uyarmıştı, "Siz İstanbullular buna trafik mi diyorsunuz? Gelin bir de Adana'ya. Kırmızı da durursun sana arkadan 'Neden durdun, yürüsüne' diye korna basarlar"...

Benim Varoş Hikâyem de Adana'nın Ceyhan ilçesindeki alt kültürü anlatan bir kurmaca belgesel. Belgeseldeki Neşter, Rokko ve çetesi, Horozcu, Kaçakçı, Pele Dayı tümü sosyolojik ve psikolojik olarak ayrı ayrı incelenmesi gereken karakterler.
Anlattıkları hikâyeleri gülümseyerek izliyoruz, belki bize bir İngiliz kara komedisi gibi absürt geliyor ancak kurmaca da olsa belgeselin alt yapısını kurduğu bir gerçeklik var. Bu gerçeklikte aslında düşünüldüğünde hiç de komik ve absürt değil. Aksine ürkütücü. Tüm bu unsurların yanında Benim Varoş Hikâyem anlattıklarıyla, karakterleriyle etkileyeci ve heyecanlandırıcı bir belgesel.

Belgeselin çıkış noktası, yönetmenliğini üstlenip projeyi gerçekleştiren ve senaryosunu da yazan Ozan Korkut'un Ceyhan'daki günlerinden yola çıkıyor. Ozan Korkut, altyazı dergisine verdiği röportajda 25 yaşına geldiğinde artık anlatacak bir hikâyesinin olduğuna karar verdiğini söylüyor. "Herkesin iyi bildiği hikâyeyi anlatması lazım" diye de ekliyor.

Benim Varoş Hikâyemi anlatmadan önce yönetmen Ozan Korkut'un hayatına kısaca bir bakalım. Korkut, tıpkı Quentin Tarantino gibi film izlemeyi çok seviyor. Çocukluğunda babası ile beraber izlediği The Godfather serisi onun unutmadığı yapımlar arasında.

Jimmy Jib asistanlığından, televizyon rejisine, reji asistanlığından teknik yönetmenliğe kadar tabiri caizse sektörün en altından gelmiş bir isim. İsmini duymamız ise Benim Varoş Hikâyem sayesinde oldu.
Korkut, tıpkı Yaşar Kemal gibi doğduğu toprakları işliyor Benim Varoş Hikâyem'de. Anlattıkları mahallede yaşayan abilerinin, arkadaşlarının veya birlikte takıldığı insanların başına gelen gerçek olaylar. O da tüm bu unsurları harmanlayarak, biraz da kalemini kullanarak Benim Varoş Hikâyem'in senaryosunu oluştuyor. Sonra da ver elini Adana, başla kayda Ceyhan.

Çok uzatmadan bitirmek gerekirse, Benim Varoş Hikâyem, Türk sinemasında alt kültürü inceleyen belgesel projelerine yeni bir soluk getirecek düzeyde bir çalışma. Blu Tv'nin de belgesele güvenip satın alması Ozan Korkut'a sonraki projeleri için umarım yardımı olur...

20 Şubat 2018 Salı

Agnes Obel / Riverside

Tek başına çalıyor, tek başın söylüyor.

Annesinin piyano çalmasından etkilenerek başladığı müzik kariyerini Danimaka'da sürdürüyor.

Riverside bana göre yalnız uyuyanlar veya yalnız uyumayı sevenler için yazılmış bir şarkı. 

Avrupa halk müziğinden esintiler ile süslüyor şarkılarını. Barok binaların ince detayları gibi ustalıkla yansıtıyor işliyor müziğini.

5-6 Aralık 2013'te İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nca Salon'da verdiği konserde biletler aylar öncesinden tükenmişti.

Umarım yolu bir gün yine düşere bizim diyarlara....

6 Şubat 2018 Salı

Kursk 1943

Alman tankçı teğmen (Panzer VI / Tiger I) tankının yara alan kısmını kontrol ediyor. Zira tankı onun Rusya'nın uçsuz bucaksız topraklarındaki evi. Sığındığı küçücük bir toprak parçası.

Aklında tek bir düşünce var.  Bin yıl süreceği vaat edilen III. Reich'ı ilelebet yaşatmak için savaşmak.

Almanlar Kursk'ta kaybedecekti ve bin yıl süreceği söylenen rejim 6 yıllık dünya harbinden sonra yıkılacaktı.  Geriye de harpten bu fotoğraflar kaldı...

30 Ocak 2018 Salı

Okumak iptiladır...

Getty Images, fotoğrafa 8 Ekim 1940 tarihini düşmüş. Bu tarihler de Almanların, Britanya'nın kalbine, Londra'ya 'Blitz' harekâtlarına karşılık geliyor. Gece yapılan bombardıman sonucunda bir kitapçı da harabeye dönmüş.  Oradan geçmekte olan bir genç "Okumak iptiladır" sözünü hayata evriltiyor.

29 Ocak 2018 Pazartesi

Zeytin Dalı #2

Şahikalar üstünde meydan okur bu erler,
Yaklaşacak düşmana mezar olur bu yerler,
Bağlayamaz bir kuvvet bu kasırga milleti,
Tarihlere sorun ki bize “Ölmez Türk” derler...

20 Ocak 2018 Cumartesi

Afrin operasyonu (Zeytin Dalı Harekâtı)

Türk Silahlı Kuvvetleri'nce 8 Ekim 2017 tarihinde İdlib operasyonunu başlatılmış ve biz de İdlib'in Türkiye için neden önemli olduğundan bahsederek, sonraki hedefin de Afrin olacağını söylemiştik.

Türkiye'nin 24 Ağustos 2016'da başlattığı Fırat Kalkanı Harekâtı ile sınırın Suriye tarafındaki 2 bin kilometrekarelik bölge IŞİD'den temizlenerek, yine Türkiye'nin kontrolünde ve denetiminde bölgeye Özgür Suriye Ordusu unsurları yerleştirilerek bir 'denetim hattı' kurulmuştu. Ayrıca başarılı olan harekât sonucunda Afrin ve Kobani arasındaki bağlantı kesilerek bir 'tampon' bölge de oluşturulmuştu.

Afrin sürecine nasıl gelindi?

Mart 2017'de sonlandırılan harekâttan sonra da Türkiye, İran ve Rusya arasında 3-4 Mayıs 2017'deki Astana görüşmelerinde 'çatışmasızlık bölgeleri' kurulması için ilk protokol imzalandı. Ağustos ve Eylül ayındaki görüşmeler de çatışmasızlık bölgelerindeki askeri unsurların nasıl ve nerede yer alacağına ilişkin görüşmeler sonucunda Ekim 2017'de Türkiye için Fırat Kalkanı Harekâtı'nın ikinci aşaması olan 'İdlib İntikali'ne geçildi.
İdlib'deki gözlem noktalarına ilişkin ilk görüntü Genelkurmay Başkanlığı'nın 31 Aralık 2017 yılında yayınladığı 'Yeni Yıl' videosunda ortaya çıkmıştı
Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı unsurlar belirlenen noktalardaki gözlem yerleri için İdlib ve bölgesine zırhlı birliklerini gönderdi. TSK, ayrıca Haziran 2017'den bu yana YPG'nin Afrin'deki tüm hareketlerini izliyordu. İdlib intikalinden sonra ise bu istihbari keşifler daha da yoğunlaştı ve bölge 24 saat İHA'lar ile sürekli olarak tarandı. Yani aslında bugünlerde başlaması planlanan harekâtın zemini aylardır hazırlanıyordu. Şöyle ki, Nisan 2017'de ( özellikle de 24-26 Nisan tarihleri arasında) Fırat Kalkanı birlikleri (ÖSO ve diğer muhalif unsurlardan bir araya gelen grup) ile PKK arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. Türk Silahlı Kuvverleri de PKK ile çatışan muhalif gruplara topçu desteğinde bulundu. 27 Nisan 2017'de de Afrin'in batısındaki PKK hedefleri vuruldu.

Yine TSK tarafından 1 Mayıs'ta, 12 şubat 2016'da PKK'nın YPG'ye bıraktığı askeri hava üssü olan Minag Askeri Havalimanı ve Maranaz etrafındaki hedefler vuruldu. Yine Mayıs ayındaki ÖSO operasyonlarında Azez'in kuzeyindeki Birşaya dağlarında PKK kamplarının ele geçirildiği bilgisi verildi. Yazıyı çok uzatmamak adına o dönemde yapılan operasyonları tek tek yazmayacağım. Merak edenler ve o tarihlerdeki çatışmaları okumak isteyenler şu linke bakabilirler.  Velhasıl muhalif unsuların TSK'nın topçu desteğiyle yaptığı bölgesel operasyonlar geldiğimiz bu tarihe kadar sürdü.

Afrin neden önemli?

İlk olarak Afrin, Türkiye açısından stratejik konumu açısından çok önemli. Zira Afrin, PKK'nın Suriye kolu YPG'nin önemli üs noktalarından biri ve Gaziantep kent merkezine uzaklığı kuş uçumu mesafe sadece 72 kilometre. Bu yakınlıktan dolayı da buradaki terör unsuları Mersin, Hatay  ve Gaziantep sınır bölgeleri üzerinden rahatlıkla Türkiye'ye girebiliyor.

Burada, "Türkiye sınır güvenliğini almak ile sorumludur, ne işimiz var Afrin'de?" diyeniniz olabilir. Türkiye'nin 911 kilometre ile en uzun kara sınırı olan Suriye sınırının güvenliğini tam olarak sağlaması yüzde yüz olarak mümkün değil.  Sadece 2017 yılında sınırdan kaçak yollar ile geçmeye çalışan 439 bin 195 kişi yakalandı. Üstelik bu rakamlar yalnızca kayıt altına alınmış olanlar. Genelkurmay Başkanlığı'nın da konuya ilişkin açıklaması şöyle: "PKK/KCK Terör Örgütü ile mücadele: Hudut güvenliğini sağlamak için icra edilen denetim ve kontrollerde sınırlardan yasa dışı geçiş yapmaya çalışan 439.195 kişi yakalanmıştır"
Ayrıca Türkiye, sınırına yakın güçlü bir Kürt varlığı istemiyor. Türkiye, Suriye'deki iç savaştan faydalanarak 2012'de Afrin'de denetim sağladığını ve kendi kantonu haline getirdiğini duyuran YPG'yi PKK'nın uzantısı terörist grup olarak kabul ediyor ve kendi iç güvenliğine tehdit olarak görüyor.

Afrin hem Fırat Kalkanı Harekâtı'ndaki başarının sürdürülebilmesi hem de Türkiye'nin iç güvenliğini tehdit ettiği için stratejik bir öneme sahip. Bu yüzden de  aylardır alt yapısı hazırlanan harekâtın operasyon ayağının başlamasına kesin gözüyle bakılıyor.

Afrin'deki propagandaya dikkat

Son günlerde özellikle de Kürt medyasına yansıyan haberlerde, Silahlı Kuvvetler'in yapacağı operasyonun engellenmesi amacıyla uluslararası topluma ve bölgesel güçlere (Başta ABD olmak üzere Rusya) çağrıda bulunulan bildiriler yer alıyor. Bunun dışında Afrin'e çok sayıda yer altı tüneli ve EYP tuzakları da yerleştirilmiş durumda. TSK'nın zaten aylardır topladığı istihbarat raporlarına da bu durum yansımış vaziyette. Operasyon tüm bu unsurlar göz önüne alınarak yapılacak. Ancak burada dikkat edilmesi gereken durum, "TSK sivilleri ve güvenli bölgeleri vuruyor" açıklamaları.  Bu tip bir açıklamanın benzeri 2017'deki El Bab operasyonunda IŞİD tarafından "TSK sivilleri vuruyor" şeklinde propagandası yapılmıştı. (Ki geçen seneki operasyonlarda TSK'nın siviller konusunda ne kadar hassasiyet gösterdiği de apaçık ortadaydı).  BBC'nin ANHA'ya referans verdiği haberinde de, YPG'nin "Biz Afrin kantonundakiler, bölgede faal olan tüm bölgesel güçlere, uluslararası kuruluşlara ve insan hakları örgütlerine Türk devletinin siviller ve güvenli bölgeleri hedef almasının önlenmesi için çağrıda bulunuyoruz" açıklamasına yer verilmişti. Bir nevi propaganda, henüz operasyon düğmesine basılmadan yapılmaya başlanmıştı. Genelkurmay'ın operasyon esnasında en çok dikkat etmesi ve önlem alması gereken faaliyetlerin başında bu geliyor.

Afrin ve çevresindeki askeri unsurlar neler?

Afrin ve bölgesi askeri yapı olarak oldukça karışık. Zira bölgenin tek önemli unsuru YPG değil. ABD ve Rusya başta olmak üzere Suriye ordusu ile muhalif gruplar da bölgede varlık gösteriyor. ABD daha çok Suriye Demokratik Güçleri'nin kontrolündeki Deyrezor ile Münbiç hattında yer alıyor. Rusya ise Münbiç'in doğusunda yer alıyor.

Operasyon için Rusya'nın Afrin'deki Suriye hava sahasını uçuşa açması için için uzun süren diplomatik görüşmeler yapılmıştı.  Nihayet 13 Kasım'da da Rusya ile Türkiye arasında anlaşmaya varılmıştı.

Rusya'nın Türkiye'ye 'yol vermesi', ABD'nin de "Afrin müdahale alanımız değil" açıklaması , Nisan 2017'den beri hazırlanan operasyonun zeminini de tamamlamış oldu. İki gün önce de ( 18 Ocak 2017) Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Rusya Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov ile görüşme gerçekleştirdi.

Sonuç itibariyle Afrin operasyonu bir ayda alınmış bir karar değil. Aksine en ince detaylarınca ve etraflıca düşünülerek hazırlanmış bir harekât.

Kaynaklar:

Sınırdaki kaçak geçişlere ilişkin Genelkurmay verileri

Fırat Kalkanı Harekâtı, İdlib ile Afrin ve Azez'deki çatışmalara yönelik günlük, haftalık ve aylık raporun tutulduğu kaynak

Afrin ve bölgenin detaylı harita ve planları





Telif hak

16 Ocak 2018 Salı

Hollywood'a eleştirel bir bakış; Hail Caesar!

Coen Kardeşler'in, yapımcılığını, senaryosunu ve yönetmenliğini üstlendiği 'Hail Ceasar' (Yüce Sezar) filmi, 1950'li yıllların Hollywood sektöründeki bir grup sinemacının hayatına odaklanan bir yapım.

Coen kardeşlerinin kendine özgü absürtlüğünün hemen hemen her sekansında hissedildiği filmde, izleyiciler, western filmlerinden fırlayan karakterler ile birlikte Roma dönemine kadar epik bir yolculuğu da çıkıyor.

La La Land,  yayınlandığında "Hollywood'a saygı duruşu" denilmişti ancak, Coen Kardeşler'in Yüce Sezar'ı La La Land'dan iki siklet üstün gelecek bir film.
George Clooney'nin 'salak' rolünde olduğu, Josh Brolin'in sert ve kapitalizmi temsil eden yapımcı pozisyonunda çalıştığı, Ralp Fiennes'ın obsesif bir yönetmeni canlandırdığı, Scarlett johansson, Tilda Swinton, Jonah Hill'in de yer aldığı filmde, Coen Kardeşler dine, tarihe, mitolojiye, Hollywood'a, sinemaya, aşka ironi dolu dokunuşlarını öyle güzel konduruyorlar ki film akıp gidiyor.
Coen kardeşlerin ilk olarak 2009 yılında çekmeyi planladıkları Yüce Sezar, senaryodaki eksikliklerin tamamlanması amacıyla 2 defa ertelendi. 2011 ve son olarak da 2014 yılında başlanan çekimler 2015'te bitti ve film 2016'da gösterime girdi.
Orson Welles'ın 1941 tarihli 'Yurttaş Kane' filminde (ayrıca her iletişim fakültesi öğrencisine en başta izlettirilen film) Amerikan halkının nasıl tek tipleştirildiği ve yönlendirildiği medya patronu William Randolph Hearst'ün üzerinden anlatılırken, Hail Ceasar'da da Joseph McCarthy'nin 1950'li yıllarda ABD'deki sol entelektüel çevrelere ve özellikle de akademisyenlere yönelik baskıcı tutumunu Coen Kardeşler'e özgü tutumla iğleniyor.

Amerikan hükümetine karşı Amerika'ya Karşı Etkinlikleri Soruşturma Komitesi önünde komünistlik suçlamalarına karşı ifade vermeyi kabul etmeyen film yapımcısı, yönetmen, senaryo yazarı 10 sinemacıya yönelik söylenen 'Hollywood Onluları' hadiselerine de  göndermeler yapan Coen Kardeşler, McCarthhy'nin sert tutumunu yine kendilerine özgü mizahlarıyla eleştiriyor.
Filmdeki 10 kişilik Marksist sinemacıların gösterildiği sekans da yukarıda bahsettiğimiz 'Hollywood Onluları'nı referans veren ve filmin belkide en eğlenceli sahnelerinden biri. Prof. Marcuse'nin Marksizm üzerinden konuşup Engels adını verdiği köpeğini susturması Coen Kardeşler'in kıvrak politik zekalarını da gösteren en güzel sekanslardan biriydi.

Filmin bol ve karışık gelen diyaloglarının arasında ani olarak bir 'kadın yıldız'ın evli olmadan hamile kalmasının duyulması hemen kafada din, siyaset, sinema üçgenin canlanmasına vesile olarak izleyiciyi diri tutmayı sağlıyor.
Coenler, aynı zamanda bizi, filmin içinde filme sokuyor. Bazı sekanslarda, Capitol Records tarafından çekilen film sahneleri o kadar uzun tutulmuş ki kendinizi bir anda gerçekten başka filme geçmiş gibi hissediyorsunuz.

Sonuç itibariyle Hail Caesar, Coen Kardeşler'in filmografilerinde 'kült' olarak yerini almayı hak eden bir film.

12 Ocak 2018 Cuma

Batı Cephesi'nde Yeni Bir Şey Yok

I. Dünya Savaşı'ndaki Batı Cephesi muharebeleri için en sık yapılan yorumlardan birisi de cephenin sıkışmasıydı. Almanya ile Fransa arasındaki savaş, muharebeden çok karşılıklı siper savaşlarına dönmüştü. Dünya harp tarihi böylece yep yeni bir kavramı da öğrenmiş oluyordu.

Karşılıklı siper savaşları 1918'e dek sürmüştü. Verdun Muharebesi, Fransızların, 'Büyük Harp'te Almanları püskürttüğü savaş olmuştu.

21 Şubat 1916 sabahı, Batı Cephesi'nde en sert muharebelerin yapıldığı gündü. Almanlar, Fransa'nın Verdun kentindeki Caures ormanındaki Fransız hatlarına baskın tarzında saldırı başlattılar. Güçlü top ateşiyle başlayan taaruzu, (teşbihte hata olmaz) mermi yağmuru takip etti. Verdun kalesi etrafındaki Fransız birlikleri hazırlıksız yakalanmışlardı.

Almanların cephede gedik açılması için Douaumont kalesini ele geçirmeleri gerekiyordu. Bombardıman bu kaleye dört gün sürdü. Almanların ağır topları vardı. Krupp ile Rheinische Metalwaren-und Maschinenfabrik şirketlerinin sunduğu sınırsız vurucu gücünün avantajıyla Almanlar Fransız hatlarını darmaduman etmişlerdi.

Alman öncüleri nihayet 4 gün sonra kaleyi düşürmeyi başardılar. Stratejik bir başarı kazanmışlardı. ( 26 Şubat 1916)

Alman subaylar karargâh merkezine çektikleri telgraf da zaferin kesin olduğunu haber veriyorlardı. "Büyük muharebeler büyük komutanlarla kazanılır" mottosuyla gelen Mareşal Philippe Petain yönetimindeki Fransız ordusu Douaumont yakınlarındaki Alman ordusunu bozguna uğrattı.

Fransızlar büyük kayıplar verse de Almanları durdurmayı başardılar.  Savaş 1918'e kadar farklı cephelerde devam etti. Fransızlar da Almanlar da çok ağır kayıp verdiler.

1916'nın yazında Alman taaruzları daha da şiddetlendi. Zira 1916 yılında İngilizler, Çanakkale ve Kutülâmare'de Osmanlı Devleti'ne mağlup olmuştu.  1916 Haziran ayında Almanlar Somme nehrinin kıyılarındaki Fransız mevzilerine genel bir taaruz başlattı.
British Mark I Tankı / Somme Muharebesi - Temmuz 1916
Somme Taaruzu'nda Almanlar, Fransız savunmasını kıramadı. İlk aşamada Almanları püskürtmeyi başaran Fransızlar da temmuz ayında Alman mevzilerine zırhlı araçların da desteğiyle taaruza kalkışır. İngilizler bu muharebede ilk kez tankı da kullanmışlardı.

Somme muharebesi I. Dünya Savaşı'nın en kanlı taaruzlarındandı. Topçuların ön plana çıktığı cephede Fransızlar ile Almanların kaybı 1 milyonu aştı.

Somme muharebeleri aynı zamanda kamerayla çekilerek sinemaya yansıyan ilk savaş olarak bilinmektedir.

Konuya ilişkin film önerisi: All Quiet on the Western Front

Film aynı zamanda Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün de en sevdiği filmlerdendir.

10 Ocak 2018 Çarşamba

Burzum - Dunkelheit

Gece karanlığı çöktüğünde
O, dünyayı perdeler
Delinemeyen karanlıkta 
Bir ürperti yükselir 
Topraktan...
Ve havayı kirletir 
Aniden;
Hayat yeni bir anlam kazanır...

9 Ocak 2018 Salı

Bir devrin battığı yer...

25 Nisan 1915'te başlayan kara muharebeleri sonucunda, Türkler'in Çanakkale'deki savunmasının kırılamayacağını anlayan Birleşik Krallık orduları 9 Ocak 1916 saat 03:35 itibariyle Gelibolu yarımadasından sessizce çekildiler.