25 Aralık 2017 Pazartesi

Mindhunter


Charlize Threon ve Seven referanslı David Fincher'ın üstlendiği Mindhunter, ABD'nin en psikopat katilleriyle görüşen FBI ajanı Holden Ford'un gerçek hayat hikâyesini odağına alıyor. Mindhunter'ı aslında benzer yapımlardan ve kendi rakiplerinden ayıran özelliği, seçtiği konuyu akademik bir dil ile anlatıyor olması. Nedir bundan kasıt; dizide kesme, biçme, kan, vahşet gibi izleyiciyi rahatsız edecek hiçbir öge yok. Ama dizi öylesine güzel kurgulanıp konusunu öyle güzel anlatıyor ki, sadece diyaloglardan dahi ürkebiliyoruz. İşte burada da projedeki David Fincher'ın dokunuşunu anlayabiliyoruz.

Dizi 10 bölümlük bir seyir. Netflix'in özel içeriği olan Mindhunter, ilk sezonun yayınlanmasından kısa bir süre sonra 2'nci sezon onayının aldığı açıklandı.

Gerçek hikâyelerin anlatıldı bir kitap uyarlaması

Mindhunter, eski FBI personeli Mark Olshaker ve John E. Douglas tarafından kaleme alınana Mindhunter: Inside FBI's Elite Serial Crime Unit kitabının uyarlaması. Dönem dizisi olan Mindhunter'ın başrollerinde ilk ciddi yapımında harikalar yaratan Jonathan Groff ile Holt McCallany'ni yer alıyor.
Dizi, temelde 'seri katil' deyiminin nasıl ortaya çıktığını irdeliyor.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Mindhunter'da kan, vahşet yok. Dizi daha çok insan psikolojisi üzerinde duruyor. Suçlu profilleri didik didik inceleniyor. Sıradan insanların nasıl katil olabildikleri psikolojik okumalarla anlatılıyor.

Elemanlarımızın (Ajan Holden Ford ve Ajan Bill Tench) katillerle yaptıkları sorguların kayıtlarını bir gazeteci titizliğinde kayda almaları da yine o döneme ilişkin ilklerden.

Yazıyı finale erdirirsek; Mindhunter klasik polisiye anlatısından farklı olarak psikopatların (seri katil) psikolojisine ve alt benliğine odaklanarak, insanın doğasında olan 'vahşiliğin' nasıl ortaya çıktığını irdeleyen bir yapım.

1990'larda The Silence of The Lambs (Kuzuların Sessizliği) sinemaya polisiye türünde bir devrim yaratmıştı. Mindhunter da bayrağı 21. yüzyılın ilk çeyreğinde devralan yapım olacak gibi...

9 Aralık 2017 Cumartesi

Kudüs

"Kudüs önemli bir mevzu. Soğukkanlı olun, gösteri yapan yine yapsın. Küdüs bizim elimizden çıktı çıkalı hiç huzur olmadı. 1947'de Kudüs'ün sur içi alınamadı. Şehrin dışındaydılar ve orada kaldılar. Ama 1967 cenginden sonra içeri girdiler. Başladılar sonra etrafını örmeye. İsrail daha sonra Kudüs bizim ebedi başkentimiz diye bir kanun çıkardı. Bu kanunu dünya tanımadı. Şimdi Trump denen bir herif çıktı. Anlaşılan ortalığı karıştırmak istiyor. Buna Avrupa da İslam Ülkeleri gibi karşı çıkıyor. Bu Trump oldukça lokal düşünen, büyük hırsları olan birisi. Çılgın biri ve yakın zamanda da gidecektir. Kudüs meselesi kritik bir sorun, milletlerarası gösterilerle çözülmez. Bunun arkasından başka şeylerde gelebilir. Yahudiler bu konuda ısrar edebilir"

                                                          Prof. Dr. İlber Ortaylı - 9 Aralık 2017  / Osmaniye



6 Aralık 2017 Çarşamba

Ayla

En sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyelim, Türkiye'nin Oscar aday adayı Ayla, Türk sinema tarihinin 'iyi' filmleri arasında her zaman yer alacak ancak Oscar adayı olabilecek bir film değil.

Ayla, konusunu Kore Savaşı'nda astsubay Süleyman Dilbirliği ile 'Ayla' adını verdiği Koreli bir kız çocuğunun gerçek hikâyeli temele dayandırmasıyla güçlü bir film olacağının sinyalini verse de filmi izledikten sonra iyi hikâyenin ne yazık ki 'güzel' sunulamadığı izlenimine kapılıyoruz. Senarist Yiğit Güralp elindeki hammaddeyi daha iyi değerlendirebilirdi. Ancak tüm eksikliklerine rağmen Ayla, hakkındaki övgüleri hak eden bir yapım.

Yazının girişinde de belirtiğimiz gibi, Ayla'nın neden 'iyi' film olarak hatırlanacağı konusundan başlayalım.  Recep İvedik, Düğün Dernek gibi 6 milyonluk seyirci hasılatıyla Türk sinemasında en çok izlenen film olma becerisini gösteren 'ucuz komediler'in yanında 'Ayla', sinemamız için bir can suyu.

Ayla, Qentin Tarantino'nun deyimiyle, 'sömürü' yani seyirci ve gişe kaygısı güden bir film. (Olumsuz özellik olarak söylemiyorum bunu)  Konuyu Hollywood benzeri hikâyeleştirerek anlatma çabası, senaryonun dağınıklılığı, Marilyn Monroe gibi olmayan gerçekliğin filme yedirilmesi, (Monroe filmde anlatılan 1951 senesinden 3 yıl sonra 1954'te Kore'ye gelmişti) gibi unsurlar göze batsa da takbih etmekten ziyade bu tür yapımların çoğalması için Türk sinemasına destek verilmeli.

Kalandar Soğuğu, Kış Uykusu kadar sanat kaygısı taşımayan Ayla'yı Yılmaz Erdoğan'ın Kelebeğin Rüyası, dram türünde de Çağan Irmak'ın Babam ve Oğlum'u ile kıyas edebiliriz.

Ayla'yı filmin senaristi Yiğit Güralp ile film ekibi arasında yaşanan tartışmalara girmeden değerlendirmek istiyorum. Zira işin o kısmı bu yazının konusu değil. ( Eğer talep olursa başka bir yazıda da Ayla'nın set arkasında neler yaşandığını yazarız) Ancak Güralp'e yapılan (filmin açılış jeneriğinde isminin yazmaması büyük bir acizlik göstergesi) kabul edilebilir bir davranış değil.
Ayla'nın eleştirdiğimiz kısmı olan senaryosuna gelirsek, filmdeki karakterlerin altı yeterince doldurulamamış. Örneğin İskenderun limanında başlayan Kore yolculuğu çok hızlı geçiliyor. Karakterler arasındaki diyaloglar havada kalıyor.  Murat Yıldırım'ın karaktere büründüğü Komünist Üsteğmen Mesut ile daha bir milliyetçi Astsubay Ali ( Ali Atay) arasında yaşanan diyalogların altı daha iyi doldurulabilirdi. Zira o dönem Türk Silahlı Kuvvetleri'nde hâkim olan bir Prusya modeli vardı. Bu da temel olarak Türk milliyetçiliğini kapsıyordu. Yani, o dönemki komuta kademesinden en alt rütbedeki ere kadar askerler milliyetçiydi. Ordudaki komünist düşünceli subaylar azınlıktaydı. ( 1946'daki Sovyetler ile Türkiye arasında yaşanan Boğazlar ve Kars hadiseleri bu tavrın alınmasında etkiliydi) Böylesine derin bir konuya adım atılmışken biraz daha detaylara inilebilirdi.  Velhasıl Üsteğmen Mesut ile Astsubay Ali'nin arasındaki diyaloglar, "Bugün git, yarın gel" havasında ve oldukça sadeydi. (Yiğit Güralp keşke o döneme ilişkin hatıratlara ve yazılmış kitaplara bakabilseydi)
Filmde eleştirilmesi gereken bir diğer konu da yeterli ve nitelikli bir tarih danışmanının olmaması. Zira dönemle ilgili çok kıymetli araştırmalar yapan tarihçilerimiz mevcut. Bazı sinema eleştirmenlerince film salt 'sevgi'ye indirgenmişti. Evet Ayla, bir 'sevgi' filmi. Merkezine çocuğu alan bir dram-savaş filmi. Ama aynı zamanda da bir dönem filmi. Bu yüzden de Kore Savaşı'nı askeri, siyasi, tarihsel bakımdan iyi bilen ve bu alanda çalışmalar yapmış bilgi sahibi bir danışmanla çalışılması gerekiyordu. Film yapımcıları da tüm bu unsurları dikkate almayarak Kore Savaşı ve dönem hakkında herhangi bir akademik veya başka çalışması olmayan Elif Dağdeviren'i danışman olarak almışlar. Bu Ayla'nın puanını düşüren unsurlardan sadece biri.
Salt ana akımdan yani Ayla'nın izleyicide yaratmak istediği etkiyi yorumlarsak, dil, din, ırk gibi tanımlardan uzak sadece vicdan ve gerçek sevgiyi merkezine alan, savaş ortamına rağmen insanlığın sevginin birleştirici gücünde buluşabilmemin mümkün olduğunu, Türk insanının gönlünün ve ruhunun derinliğini yansıtan bir gözle anlatıyor diyebiliriz. Zira arkasında 65 yıllık bir birikim var. Hemde tüm öyküsü gerçek hikâye. Ve hikâyede anlatılan iki baş karakterde hayatta. ( Süleyman Dilbirliği filmin galasından sonra rahatsızlandı. Bu yazıldıktan 1 gün sonra - 7 Aralık 2017- hayatını kaybetti)
Ayla ile Sülyeman Dilbirliği 
Ayla'yı izleyen herkes bir defa gözyaşına teslim oluyor. En sert adamın bile ruhuna işleyecek ağır dram içeriyor. "Ben ağlamadım yeaa" diyenlerin bile gözleri nemlenmiştir. Belki de Ayla'nın en başarılı yanı bu. İş, okul, ilişkiler, sosyal hayatın getirdiği tüm baskı unsurlarından boşalmanızı sağlayabiliyor. Babam ve Oğlum'da da böyle olmuştu.  Ayla görüntü yönetmenliği, prodüksiyon bakımında birinci sınıf bir film ancak salt amacı sanki izleyiciyi ağlatmak üzere inşa edilmiş gibi.

13 Kasım 2017 Pazartesi

Dünyanın çalışan tek faal Tiger tankının hikâyesi; Tiger 131

Tiger (Kaplan) tankları, Almanların II. Dünya Savaşı'nda Afrika ve Doğu Cephesi'ndeki muharebelerde ihtiyacı karşılamak amacıyla üretilmiş ve "Üstün Alman teknolojisi" anlamını tam olarak yansıtan model.

Paletlerinin transit yapısı, (demiryolu üzerinden gidebilme özelliği), baş kısmındaki nişancı ve radyo operatörünün kusursuz çalışması, sağa ve sola yüzde 15'lik açıyla dönerek MG-34 ile ateş edebilme özelliği, ( aynı şekilde dikey olarak -10, +20 derecelik ateş edebilme), çok derin çukurlarda rahatlıkla ilerleyebilme,( Özellikle Doğu Cephesi'nde Ruslara karşı) ile Tiger tankları o döneme kadar harp meydanlarının gördüğü en kıymetli tanklardandı.

Amerikan mühendislerinin "Muhteşem" olarak yorumladığı Tiger'lardan pahalı ve uzun sürecek mühendislik becerilerinden dolayı 1942'den 1944'e kadar sadece 1.354 adet üretilebildi. Her ne kadar Rusların  T34, Amerikalıların Sherman M4 tanklarının üretiminin yanında 1.354 adetlik üretim çok düşük kalsa da harp alanında Tiger'lar Sherman ile T34'lere karşı nitelik açısından çok daha başarı gösteriyordu.

Tiger'ların genel anlatımı bir başka yazının konusu. Bu yazıda dünyanın çalışabilen tek Tiger tankı olan ve Afrika Cephesi'nde Birleşik Krallık ordularınca ele geçirilen Tiger 131 tankını inceleyeceğiz.

Afrika Cephesi'nden Birleşik Krallık'a

1943 yılı Almanlar açısından Kuzey Afrika'daki cephelerden mağlubiyet ile çekildikleri zamandı. Erwin Rommel komutasındaki zırhlı birlikler Müttefik kuvvetlerince son olarak Tunus'ta kuşatılmıştı. Rommel ve heyetinin Mart 1943'te Tunus'u terk etmesiyle Afrika Kolordusu lağvedilerek cephe kaybedilmişti.

Almanlar silah, cephanenin yanında ağır vasıtalarını da geride bırakmışlardı. Rommel'in çekilen birliklere kat'i surette tek bir emri vardı. Müttefiklere işe yarar hiçbir şey bırakılmayacaktı. Çalışmayan veya çatışmada yara almış tüm tanklar özellikle de Afrika Cephesi'ne 'Gizli Güç' adıyla gönderilmiş olan Tiger'ların imha edilmesi emrediliyordu.  Almanlar Tunus ve Libya üzerinden başarılı şekilde çekilmişlerdi ancak  504'üncü Schwere Panzer Müfrezesi'ne bağlı bir Tiger 131 model ağır tank cephe gerisinde bırakılmıştı. Britanyalı Harp tarihçisi Basil Liddell Hart tankı terk etmek zorunda kalan mürettebatın imha için vakit bulamadığını söylüyor.

Birgün sonra çatışma bölgesine gelen 48'inci Kraliyet Tank Alayı'na bağlı birlikler, hafif yaralanmış ve hâlen çalışma ihtimali olan Tiger 131 tankını keşfettiler. İngiliz tankçılar tankı ilk etapta çalıştıramadı. Zira mekanik yapısı oldukça karışıktı. Tiger, kullandıklar Churchill ve Mathilda tanklarından oldukça farklı bir yapıdaydı.
Tiger 131'i keşfeden İngiliz birlikleri / Mart 1943
İngiliz tankçılar Tiger'ı uzun süre incelediler. Üzerlerinde cephede kendilerine ağır hasarlar verdiren bu muazzam oluşuma yaklaşmanın verdiği tatlı bir heyecan da vardı. Askerler tankı çalıştıramayınca Londra'daki Britanya Başkomutanlığı'na mesaj gönderildi. Başkomutanlık, bu keşiften oldukça memnundu. Tankın fotoğraflarının çekilerek Londra'ya gönderilmesi talep etti.

48'inci Tank Alayı'na bağlı birlikler Tiger'ın fotoğraflarını ve videolarını çektiler.  Afrika Zaferi'nde orduyu tebrik etmek ve askerlere moral vermek üzere Tunus'a gelen Churchill, Tiger'ı bizzat görmek istedi. Tiger, İngiltere Başbakanı'na gösterilmek ve propagandası yapılmak üzere Tunus'a sevk edildi.

Churchill'in tankın İngiltere'ye gönderilmesini ve burada uzmanlarca tüm teknik alt yapısının incelenmesini istedi. Tank Akdeniz üzerinden riskli bir rotayla Londra'nın güneybatısındaki Chertsey'e sevk edildi.

Chertsey'de tank İngiliz mühendislerce parçalarına ayrıldı. Ayrılan parçalar alanında uzman mühendislerce incelendi.  İncelenen  parçaların ayrıntıları rapor halinde Britanya Devlet Arşivi'ne not edildi. Tankın mekânizmasını anlayan İngilizler Tiger'ı parçalanmış tüm parçalarını tekrar bir araya getirerek Tiger'ı yeniden çalıştırmayı başardılar.

Tiger 131 savaştan sonra 1951 yılında Bovington'daki İngiltere Tank Müzesi'ne kondu. 1990 yılından beri de Britanya'daki tank festivallerinde çalışır halde sürülerek festivallerin en nadide parçalardan biri oldu.

7 Kasım 2017 Salı

II. Dünya Savaşı'nda 'Hayalet Ordu' ve 'Hayalet Sherman' taktiği

Harp tarihi, stratejik temele dayandığı için her muharebede olduğu gibi II. Dünya Savaşı'nda da taktik hileleri yaşanmıştı. Özellikle Müttefik güçlerin büyük gün olarak adlandırdıkları, D-Day / Normandia çıkarması öncesinde uygulanan 'Hayalet Ordu' taktiği ile Wehrmacht'ın (Alman Genelkurmay Başkanlığı) komuta kademesinin kafası hayli karıştırılmıştı.

Uygulanacak 'Hayalet' taktikleri için ABD ordusunun öncülüğünde bir tabur dahi kurulmuştu. Tabura sinema sektörü başta olmak üzere ses, tekstil, tasarım gibi işlerde çalışan tamamen sivil alımlar yapılmıştı. Özel olarak hazırlanan balon Shermanlar, kamyonlar ve zırhlı birliklerin Fransa kıyılarına konuşlanmasına ve Batı Cephesi'nde kullanılmasına karar verilmişti.

Harekâtın asıl amacı Almanların kuvvetlerini bölmekti. Böylece Normandia kıyılarına yapılacak olan asıl çıkarmada minimum kayıp hesap ediliyordu. Müttefik komuta merkezi Hayalet ordusunun yapılması için sanatçı, gazeteci tasarımcı ve yazar Ralph Ingersoll'u görevlendirmişti. Ingersoll, savaş sebebiyle o dönem ABD ordusunda teğmen rütbesiyle görev yapıyordu.
Hayalet Ordu fikrinin mimarı Ralph Ingersoll
1943'ün 1944'e bağlandığı kış büyük bir gizlilik ile sürdürülen 'Mad Plan'in başarı oranı son derece az görülüyordu. Ancak ABD komuta kademesi planı yürütmekte kararlıydı. Risk almadan savaş kazanılmayacaktı.

Birleşik Devletler ordusunun öncülüğünde ilk önce 'Aldatma Birimi' oluşturuldu. Yine fikrin yaratıcılarından Billy Harris öncülüğünde 1.000 kişilik ekip Londra'ya gönderildi. Ralp Ingersoll da ABD'de kalarak buradaki operasyonu yürüttü.
Hayalet Ordu mensubu bir kişi Sherman tankını şişiriyor
6 Haziran 1944 olarak planlanan D Day, II. Dünya Savaşı'nın da en kritik dönemlerinden birine denk geliyordu. Planın amacı 1940 Haziran'ından beri Alman işgali altındaki Fransa'nın kurtarılarak Batı cephesinde üstün konuma gelmekti. Ayrıca burada elde edilecek başarı Birleşik Devletler ve İngiliz ordusuna Berlin'in kapılarını da açmış olacaktı. Zira Müttefik Kuvvetler Komutanı  Dwight Eisenhower'ın bir amacı da Berlin'e Ruslar'dan önce ulaşmaktı.

D Day'in çıkarma harekâtının başarılı olmasının bir kısmı da 'Hayelet' taktiğinin sıfır hatasız şekilde uygulanarak, Almanlar'ın 'tufaya düşürülmesi'nden kaynaklanıyordu. Almanlar asıl harekâtın başka noktaya, Fransa'nın Kuzeybatı'sındaki Calais ve Güneybatı'daki Saint Melo-Perros Guirec hattına bir çıkarma bekliyorlardı. Ancak yanılacaklardı...
D-Day'de Müttefik güçlerin asıl çıkarma yaptığı noktalar ( 6 Haziran 1944)
Müttefikler, çeşitli teknikler kullanarak Almanları, istilanın farklı bir zamanda ve yerde olacağı düşüncesinde kandırmayı başardılar. Yukarıda da söylediğimiz gibi, D- Day'in başarısı kısmen bu yapılan taktik aldatmacalardan kaynaklanıyordu.

Taktik İngilizler'den ihraç edilmişti

Ralp Ingersoll ve Billy Harris, 'Hayalet' taktiği için Amerika'yı yeniden keşfetmemişti. Varolan bir planı, stabil hâle getirerek Batı Cephesi'ne uygulamak istemişlerdi. Çünkü daha önce 1942 ve 1943 yılında 'Hayelet Ordu' taktikleri İngilizler tarafından Erwin Rommel'in zırhlı birliklerine karşı Kuzey Afrika'da denenmişti. Ancak ikili, İngilizlerin taktiğini daha da ileri seviyeye götürerek bir 'Mobilize Aldatma' birimi oluşturdular. Dönemin Birleşik Devletler arşivlerine 'Çok gizli' damgasıyla giren tabura '23'üncü Karargâh Özel Askerleri' adı verilmişti.
Şişme Shermanlar 2 mürettebat tarafından rahatlıkla taşınabiliyordu
Hayalet ordusunca oluşturulan zırhlı birliklerde bine yakın Sherman tankı imal edilmişti. Şişirilebilir, kauçuktan yapılmış cipler, kamyonlar, zırhlı araçlar, zırhlı piyade taşıyıcılar ve topçu birlikleri de yine aynı mantıkla oluşturuldu. 'Feyk/Uydurma' orduda görevlendirilmek üzere de bin 500 yüz kişilik yedek birlikler meydana getirildi.

'Hayalet Sherman' yapılırken dikkat edilecekler

ABD komuta kademesi, hayalet ordu dizayn edilirken tek bir şeye dikkat edilmesi yönünde uyarıda bulunmuştu. Özellikle Sherman tankları bir yerden bir yere gündüz asla taşınmayacaktı. ( İki askerin 40 tonluk bir tankı elleriyle taşınmasının, Almanlarca görülmesi tüm taktik ve stratejinin boşa gideceği anlamını taşıyordu) Bu yüzden detaylar çok önemliydi. Övgüyle bahsetmek gerekir ki Birleşik Devletler tarihin gördüğü en büyük 'aldatmaca' harekâtını başarıyla uygulamışlardı.

Sonic aldatma

Hayalet Ordu, hareket kabiliyeti geniş olduğu kadar harp alanında yeni bir aldatmacanın da keşfine sebep olmuştu. 'Sonic Aldatma' adı verilen 'keşif', tank ve kamyon seslerinin taklidi prensibine dayanıyordu.
Sonic sesleri kaydetmek amacıyla mobilize olarak Batı Cephesi'nde kurulan Sonic Deception birliği. Fotoğrafta dönemin pop-art dergilerine kadar birçok ayrıntıyı görmek mümkün.
Hayalet Ordusu'nun farklı araziler ve zeminler üzerinde hareket eden tank, zırhlı personel taşıyıcı, top ve kamyon seslerinden oluşan Sonic Deception adında bir kütüphanesi de vardı.

Hayalet Ordu'nun Batı cephesinde icra ettiği görevler / Bettembourg Operasyonu

Hayalet Ordu, planlandığı 1944 kışıyla savaşın sonlandığı Nisan 1945'e kadar Batı Cephesi'nde 21 farklı görev icra etti. Bu operasyonların en önemlilerinden biri de Bettembourg Operasyonu'ydu. Operasyon tıpkı D Day gibi cephenin en kritik aldatmacalarındandı.

21 Eylül 1944'e göre planlanan 'feyk' (uydurma) operasyon, George Patton'ın Metz şehrine saldırısını kolaylaştırmak amacıyla gerçekleştirilecekti. Buna müteakip George Pattons Third Army adı verilen bir hayalet ordu oluşturuldu. Bu ordunun 'uydurma' birimleri Moselle Nehri'ne doğru intikal ettirildi. Ayrıca yaratılan 'Sonic' sesler ile Almanların keşif birlikleri karargâhlarına, Müttefikler'in nehir kanadına ilerlediklerini rapor ettiler. Alman komuta kademesi de asıl saldırının nehir üzerinden geleceğini zannetti.
Alman keşif faaliyetlerini aldatmak amacıyla kurulmuş bir 'Hayelet Ordu' Zemindeki tank palet izlerine kadar operasyon detaylı planlanmış.
Bu esnada Patton da 70 kilometrelik bir cepheden Metz'e doğru yaklaşıyordu. Sahte harekât, Patton'ın zırhlılarına 4 kıymetli gün kazandırmıştı. Patton böylece Almanlar'ın mecbur kalarak bölmek zorunda kaldığı savunma hatlarını geçerek Metz ve çevresindeki stratejik noktaları ele geçirdi.
George Patton'a bağlı Batı Cephesi'nde savaşan ABD Üçüncü Ordu birliğine mensup subaylar
Savaş süresince Hayalet Ordu'su sadece üç üyesini (ben onlara asker demiyorum) kaybetti. Bunun dışında da 50'ye yakın yaralanma vakaları oldu. Nihâyetinde icra edilen 21 operasyon hep başarılı oldu ve Birleşik Devletler harp tarihinin gördüğü en muazzam aldatma operasyonlarından birini icra etti.

Okumada yardımcı olacak kaynaklar: 

Rick Beyer  / The Ghost Army of World War II - Kitaba erişim için tıklayın

Michael Collins / The Tigers of Bastogne: Voices of the 10th Armored Division in the Battle of the Bulge - Kitaba erişim için tıklayın

Dijital ortamdaki kaynaklar:

U.S.A National Archives - WW2

3 Kasım 2017 Cuma

Eski İstanbul

Şimdilerde Arap turistlerin nargile tüttürdüğü, caddelerinden arabadan ve egzoz dumanından yürümenin imkânsız hale geldiği Harbiye.

Beşiktaş dolmuşlarının kalktığı (Fotoğrafta görülen beyaz bina) hâlen tüm güzelliğiyle ayakta durmaktadır.

Ne kadar güzelmişsin sen İstanbul. Eski günlere özlemle.

1929 / Harbiye

Tarantino'nun 'Ready for Revenge' sekansı


Sinemanın en iyi sekanslarından biridir Ready for Revenge sahnesi

Tarantino "Neden büyük yönetmen" diye sorduklarında onlara şu sahneyi izletin.

Sinematik Fransa'ya verdiği referanslar, femme fatale karakter Shosanna,  1944'lerde Paris'te gösterilen filmler ve tabi Tarantinovari final.

Yapmak istediği işi yüceltmeyi muzzam başarıyor Tarantino. Bana göre de sinema tarihinin en muhteşem sekanslarından biri Nations Pride sahnesi. Çünkü sahnenin finali Adolf Hitler ile Joseph Goebbels'in 'Piçler' tarafından taranmasıyla sonlanıyor. Yani Tarantino, sanatıyla 'faşizm' olarak gördüğü ideolojiyi alay edercesine yok ediyor.

Sekansın lezzetli olmasının bir başka sebebi de David Bowie'nin muhteşem şarkısı Cat People'ın sahne üzerine kurgulanması. Güçlü kadınlara yazılan şarkı deyim yerindeyse buraya 'cuk' oturmuş.

Şarkının nakarat kısmından önceki  And I've been putting out fire  With gasoline (Ateşi benzin ile söndürüyorum) ile Tarantino yapacağı finalin de ipucunu veriyor.

Tarantino'nun eleştirisinden tek nasibini alan Almanlar değil elbette. Sekansın, 01.01'inci dakikasında da görüldüğü gibi iç savaş döneminde Kızılderililerin katledilmesini de gönderme yapıyor. Shosanna gireceği mücadelede ölüm riskinin çok yüksek olacağı bilincinde. Bu yüzden savaşa hazırlanan ve ruhunu Gök Tanrı'ya teslim etmeye hazırlanan bir Apaçi gibi gözlerinin altına boya sürüyor. Irkçılık gibi konularda hassas olan Tarantino sahne ile geçmişinden kaçamazsın mesajını veriyor.

Tarantino işte bu yüzden büyük ve daha bir yönetmen. Filmlerinin 3 dakikalık sekansında bile onlarca alt metin okuması çıkarılabiliyor. Tarantino yaptığı işi değil, sinemayı seviyor. Bu yüzden de başarılı...

Tek karede 'Yeşilçam Jönleri'

Hepsi çok büyük, hepsi unutulmayacak isimler. Ama içlerinden Kartal Tibet'in yeri ben de hep ayrıdır.

İstanbul

O eski güzel günler. Eski istanbul. Fötr şapkalı beyefendiler, yumurta topuk hanımefendiler.

İstanbul o dönem de keşmekeş. Otobüsler, arabalar, yollara taşan insanlar. Bir de üzerine yağan yağmur oldu mu, sormayın onun hâlini.

1975 / Karaköy

1 Kasım 2017 Çarşamba

Mientras Duermes / Ölüm Uykusu


Mutluluk. Benim sorunum işte bu. Mutlu olamıyorum. Hiç olmadım. Başıma iyi şeyler geldiğinde bile mutlu olamıyorum. Her sabah gözlerimi motivasyonum olmadan açmanın ne demek olduğunu tahmin bile edemezsiniz. Tek bir sebep için harcadığım gayret. Sadece bir sebep.Her şeyin yok olmasını engellemek için bir sebep. İnanın bana elimden gelenin en iyisini yapıyorum. En iyisini. Hem de hayatımın her günü.

Böylesin sert bir giriş sekansına sahip Mientras Duermes, Barcelona'da apartman görevlisi olarak çalışan Cesar adında, mutlu olmak ile sorunu olan adamın konusunu odağına alıyor. Cesar, çevresindekilerce sevilen bir kişilik. İşini iyi yapan, Türkçe'siyle "Etliye sütlüye karışmayan" bir tip.

Filmin ağır temposu Clara adında genç bir kadının apartmana taşınmasıyla yükselmeye başlıyor. Filmin odağında izlediğimiz özne (Cesar) hayat dolu, pozitif Clara'yı mutsuz etme ve hayatını karartmaya kararlı. Clara'nın karşılıksız mutluluğu, hayatın her anından 'mutlu' olabilecek bir şeyi çıkarması Cesar'ı son derece rahatsız ediyor.

Obsesif bir karakter

Cesar, tehlikeli derecede obsesif bir karakter. Clara'yı kendine takıntı edinen sosyopat Cesar, kadını mutsuz etmek için makyaj malzemelerine kimyasallar enjekte etmekten, evine hamam böceklerini salmaya kadar birbirinden ilginç 'psikpatlık' yönetmeleriyle Clara'yı mutsuz etmeye çalışır.
Klostrofobik ortamları REC filmiyle sevdiğini bize gösteren İspanyol yönetmen Jaume Balagueró, buz kez gerilimi bir apartmana taşıyor. Sinematografisi de oldukça iyi.

Oyunculuk olarak Luis Tosar'ın filmi tek başına sırtladığını söyleyebiliriz. Tosar, aynı zamanda İspanyol sinemasının son dönem yetiştirdiği en önemli aktörlerden.

Hayatımızda iz bırakacak filmlerden

Mientras Duermes izledikten sonra uzun yıllar hafızalardan çıkmayacak bir psikolojik gerilim. Yönetmen Balaguerô, tempoyu yavaş yavaş yükseltiyor. Yunanistanlı Otto Rehhagel'in 2004'te kazandı Avrupa Şampiyonluğu'ndaki futbol doktrini gibi Balaguerô da oyunu sürekli kendi kontrolünde tutuyor. Kontrolünü öylesine hissettiriyorki size sadece patlamış mısırınız ve kolanız ile filme eşlik etmek kalıyor. Ağır tempoya sahip her filmin Mientras Duermes  kadar güzel işlenmediğini de hatırlatalım.

30 Ekim 2017 Pazartesi

Flaneur #4

* Merhaba

* Diktatörler, demokrasi ile iktidara gelirler.

* Beat kuşağının post modern temsilcisi. Bira yoğunluğunda bir ses, cool bir görünüm.  Ona derler Tom Waits.

* Passolig belası geldiğinden beri stada gidemiyorum. En son izlediğim maç 2 kere şampiyon olduğumuz senenin Fenerbahçe maçıydı. 2-1 kaybettiğimiz maçtı içeride. 2012 şampiyonluğunun bu yüzden bendeki yeri ayrıdır.

* Takımı çok özledik, özellikle staddaki atmosferi de. Birçoğunuza 'romantik' gelecek ancak biz 'Münferit Sevdalar'ız. Belki de hayatım boyunca Türkiye'de bir daha maç izlemeyeceğim. Her şeyden feragât ederek 'Deplase' kovalayacağız.
* Bunu da yaptık. 2013 Ekim'indeki Juventus maçı.  2 Ekim'i 3 Ekim'e bağlayan gece Milano'ya inmiştik. Havalimanında sabahlamak sıkıcıydı. 'Ultras 34'ten birkaç kişi ile gecenin 2'sinde Milano'ya indik. Kumarhane, bar derken sabahı ettik. Sabah da trenle hop Torino. Otobüslerle maça sevk. İtalyan polisinin köpekli araması, elimize ne geçtiyse İtalyanlara atmamız. Güzel günlerdi. Liberta Per Gli Ultras manifestosunu doyasıya yaşadığımız zamanlardı.

* Şimdi ne yapıyorum. Hep hayalimdi ancak Galatasaray'ın peşinde koşmaktan bir türlü vakit ve para bulamadığım için ertelemek zorunda kalmıştım. Artık her sene Avrupa'da birkaç maç belirliyorum, benim için önem arz eden. Onlara gidiyorum. Oradaki hikâyeleri de blogga ekleyeceğim kısa süre sonra.

* Gündüz viskisi > gündüz rakısı

* Gündüz Vassaf > Gündüz feneri

25 Ekim 2017 Çarşamba

'Drive' külliyatından postmodern bir örnek; Baby Driver

Küçüklüğünde bir kazadan dolayı travmatik bir çocukluk geçiren ve müziği hayatının merkezi olarak seçen 'baby' lakaplı 23 yaşındaki sürücünün Atlanta'da geçen günlerini konu alan Baby Driver, başlangıç sekansında pozitif hisler uyandırsa da filmin ilerleyen süreçlerinde bu olumlu referansını ne yazık ki kaybediyor.

Türkiye'de özellikle de İstanbul E-5'te 'makas atma' şeklinde gördüğümüz sürücülerden 'Baby'nin farkı, konuşmayı sevmeyip, keskin bir zekâya sahip olması. Bizimkiler genellikle 'arabesk' açıp 'yanlama' yaparken, 'Baby' oldschool müzikler dinlemeyi seviyor.

Filmin yönetimi de senaryosu da Edgar Wright'a ait. Wright, 2004'teki Shaun of the Dead filmiyle iyi referans olacak bir yönetmen. Kendine has bir mizahı var. Baby Driver'da da bunu Jamie Foxx'ın canlandırdığı Bats karakterinde gördük.
Nicolas Winding Refn'in, Drive'nı ancak emniyet şeridinden takip edebilecek bir yapıda olsa da 'Baby Driver'ın oyuncu kadrosu da şaşırtıcı derecede iyi. Suç altyapılı filmde mafya babası Doc karakterinde Kevin Spacey'i görüyoruz. Hayli kilo almış, tontoş bir adam görünümüne bürünen Spacey'in performansı, filmi izlemek için bir sebep. Bir diğer iyi oyunculuk övgüsü de Jamie Foxx'a.
Bonnie ve Clyde esintili Buddy ve Darling ikilisi, gerçekçi araba takip sekansları, ilginç soundtrackleriyle ortalama bir izlence vaat eden Baby Driver,  sinemadaki 'cool driver' külliyatında her zaman hatırlanacak bir yapım...

23 Ekim 2017 Pazartesi

Atomic Blonde

1989. Demir Perde, Soğuk Savaş, Berlin, Berlin Duvarı ve espiyonaj (karşı casusluk, casusluk) çalışmaları. Bir filmin kötü olması için hiçbir kötü sebep yok.

Charlize Theron'un, Mad Max: Furry Road'daki performasının da üzerine koyduğu Atomic Blonde filmi, Berlin Duvarı'nın yıkıldığı 1989 yılında geçen bir casusluk hikâyesini odağına alıyor.

Konsantrasyonunuz ve ilginiz bir an olsun filmden başka yere kaymıyor. Açılış planının son sekansı aynı zamanda 1980'lerin en ilginç karakterlerinden biri  olan ABD'nin 'Kovboy' başkanı Ronald Reagan'ın "Bu duvarı artık yıkın" söylemiyle kapanıyor. Ardından özenle seçilmiş soundtracklardan birbirinden güzel parçalar çalmaya başlıyor.

Filmin yönetmeni V for Vendetta, Matrix, 300 Spartans, Fight Club gibi filmlerde karakterlere dövüş dersleri veren John Wick'in de yapımcısı David Leitch. Muhteşem dinamik kamera görüntüleri, özellikle Berlin sokaklarındaki dövüş ve kovalamaca sahneleri muazzam güzellikte. Ekrana kilitlenip kalıyorsunuz. (Atomic Blondie'nin John Wick ile kıyaslanmasının bir sebebi de içerdiği benzer dövüş sahneleri.) 

Filmde Charlize Theron'un performası o kadar üst düzey boyuttaki Split filmindeki 23 farklı kişiliğe bölünmüş şizofrenik karakteri harikulade oynayan James McAvoy'ın performasına sadece 'sıradan' diyebiliyoruz. The Big Lebowski'nin tez canlı Vietnam gazisi  Walter Sobchak rolündeki John Goodman bu kez karşımıza CIA ajanı olarak çıkıyor. Müşfik roldeki Goodman bile bizi heyecanlandıramıyor.

Atomic Blondie'nin 'güzel' bulunmasının -bence- bir diğer nedeni de Berlin'in o soğuk aynı zamanda çekici ve eksantirik atmosferini beyaz perdede çok iyi yansıtılması.

Tam bir Femma Fatale karakter

Sinemanın Femme Fatale karakterlerine 2017 yılı itibariyle  Lorraine Broughton da eklendi. 41 yaşındaki Charlize Theron, Broughton rolüyle sergilediği dövüş sekanlarının hakkını verebilmek için 6 aylık dövüş ve silah sanatları dersi almış. Zira canlandırdığı rolün altından kalkmak herkesin harcı değil. Türkiye'de Sinem Kobal'ın dövüş sahneleri gazetelerimiz ve internet haber sitelerine manşet ola dursun, Threon'un dövüş sahnelerindeki hareketleri 1 kez bile sırıtmıyor. Sert, gerçekçi, dinamik teknikler seyirciyi adeta büyülüyor.

Andrei Tarkovsky'e saygı

Yönetmen David Leitch, dövüş sanatları hocası olduğu kadar dublör de. Aynı zamanda da iyi bir sinema izleyicisi. Filmde ajanımız Lorraine Broughton KGB ajanlarından kaçmak için Doğu Berlin'den Batı Berlin'e geçer. KGB ajanları da peşindedir. Brouhthon kendisini gizlemek için Berlin'in tarihi sineması Kino'ya yönelir. Ön planda ajanımızın yürümesini görsek de kameranın üst açısında Sovyetlerin deha yönetmeni Andrei Tarkovsky'nin Stalker filminin afişini görürüz. Lorraine sinema salonuna girer ve Stalker'dan bir sekans izler.
Sinema sekansı / Stalker - Andrei Tarkovsky
O dönem Tarkovsky, Sovyet'lerde sakıncalı yönetmenler listesindedir ve filmlerinin gösterilmesi yasaktır. Ancak Batı'da gösterimi serbesttir. Leitch'in ustaya saygı duruşu beni ayrı mutlu etmiştir.

Atomic Blonde sert aksiyon olmasıyla beraber muhteşem bir soundtrack, sinemada her zaman özlem duyulan Femme Fatale karakteri ile uzun yıllar hafızalardan silinmeyecek bir yapım.
Charlize Threon'un eril bireyleri bu kadar heyecanlandırdığı başka bir filmine henüz rastlamadım.

18 Ekim 2017 Çarşamba

Mike Wyzgowski - Nothing Can Be Explained (Günün keşfi #1)


Mike Wyzgowski, ilk bakışta onu animelere müzik üreten Japon sanatçı olarak düşünebilirsiniz. Bir bakıma haklısınız da, evet animelere müzik üretiyor ama o Japonya'dan değil de Brit müziğinin bağrından, Bristol'den çıkma bir sanatçı.

Bleach: Burîchu animesine ürettiği Nothing Can Be Explained şarkısı için bazı kişilerin cenaze marşı için sıraya girdikleri dahi belirtiliyor.

17 Ekim 2017 Salı

Büyük Ev Ablukada - Fırtınayt

İlginçler, radikaller, kendilerine özgüler.

Tophane'nin Rıhtım Stüdyosunda 1 Ocak 2008'de kaydettikleri ilk şarkıyı 'sanal alem'e yüklemeleriyle, kendi deyimleri ile de herkese "Merabayın" dediler. Aslında kuruluş süreçleri bu hikâyenin çok öncesine dayanıyor.

Yıl 2005. Kent Oyuncuları, Okan Yalabık, Engin Hepileri, Bülent Sakrak, Köksal Engür'ün de olduğu Kumarbazın Seçimi isimli bir oyun sergilemeye karar verirler. Oyunda oynayanlardan biri de Büyük Ev Ablukada'nın Canavar Banavar mahlasıyla bildiğimiz Bartu Küçükçağlayan. Canavar Banavar ile grubun ağır abisi olacak olan Afordisman Salihins oyunun ışık tasarımının yapılmaya başladığı gün tanışıyorlar. Kahve, muhabbet derken bir süre sonra arkadaşlık gelişiyor.
Kahve muhabbetleri bir süre sonra Cihangir'deki bir evin beşinci katına taşınıyor. Ve o malum sene. 2008. Okan Yalabık'ın evinde kaydedilen Bil ve En Güzel Yerinde Evin parçaları kaydediliyor. Büyük Ev Abluka'da oluyor BEA.

Gruba zamanla, Bentek Sizhepiniz, Bas Bariton, Galvaniz Gelbiraz, Gelicem Nerdesin katılıyor.

Ay Şuram Ağrıyoo isimli konserleriyle İstanbul başta olmak üzere hiçbir mekan ayırt etmeksizin Türkiye'nin birçok yerinde çaldılar.

21 Aralık furyasının patladığı, tüm dünyada viral olan 'Kıyamet kopacak' yaygarasını güzel şekilde değerlendirerek, "gider ayak bir konser yapalım" dediler. Muhteşem sahne performanslarıyla dinleyicileri kendilerinden geçirdiler.

Baktılar "Dünyaya bir bok olmadı", Olmadı Kaçarız (2012) plak şirketini kurdular. (Gaye Su Akyol'u çıkartan müzik şirketidir aynı zamanda) Aynı zamanda sene içerisinde "Full Faça" albümünü yayınladılar.

2013'ün ilk aylarından itibaren Türkiye'de neredeyse adım atmadık alan bırakmadılar. Şehirlerden ziyade talep olan ilçelerde bile sahne aldılar. (Milas, Akçay gibi).

Akustik ve Full Faça albümlerinden sonra yine kendilerinin deyimiyle "Yeni şeklimiz, Fırtınayt ile rahat durmadı Abluka! Çok yakında çaça" dediler.
Fotoğraf: PAC - Mayıs 2017 / Perili Ozanlar Vadisi - Kapadokya
Fırtınayt, 'elektrikli şekli', Hayaletler isimli single ile bugüne kadar duyduğumuz Büyük Ev Ablukada şarkılarına nazaran daha farklı bir şekilde "Merabayın" dedi.

Fırtınayt, biraz daha parti havası, dans ve elektronik öğeler barından parçalarıyla "Yeni Büyük Ev Ablukada Şekli - Fırtınayt" olarak dinleyicisinin karşısına çıktı.

Ve onlar şu aralar yine her yerde konser vermekteler...

Yardımcı kaynaklar:

Bantmag

buyukevablukada

16 Ekim 2017 Pazartesi

I. Dünya Savaşı'nda siperde yaşam

Verdun Cephesi'nde Alman askerleri / 1915
Siper savaşları kavramı, modern orduların kurulmasıyla birlikte sahada değişen harp alanı harekâtına verilen genel isme denir.

1800'lerin başında Paris'te Napolyon Bonapart'ın öncülüğünde kurulan Fransız Topçu Batarya birimleri modern silah ve tekniklerin 'ata'sı olarak kabul edilir.
Batı Cephesi'nde Fransız siperlerini gözetleyen iki Alman askeri / 1916 - Verdun
Siperler, Birleşik Devletler'deki iç savaş olmak üzere, Osmanlı-Rus, Almanya (Prusya) -Fransa, Macaristan-Polonya savaşlarında kullanıldı.
Harp tarihçileri I. Dünya Savaşı'nı  'Siper Savaşları' olarak da anmaktadır. Zira tüm cephelerde ağırlık siperlerdedir. Batı Cephesi başta olmak üzere savaşın en kanlı cephelerinden biri olan Çanakkale'de de siper savaşları harp sanatınca icra edilmiştir.
Çanakkale'de siperler yer yer 7-9 metre aralığına kadar inmişti. Yine Batı'daki Almanya-Fransa savaşında 3-4 ay siperden kafasını çıkarmamış komuta heyeti de bulunmaktaydı.

13 Ekim 2017 Cuma

Good Old Days

İstanbul garip bir şehir. Çok da seversin ama bir o kadar da nefret edersin. Zıt kutupların bu kadar kesiştiği, dünyada başka bir memleket var mıdır, gerçekten bilmiyorum. En azından ben, şu ana kadar gittiğim ülkelerde bunu göremedim.

İstanbul öyle bir şehir ki yumruğunu yemediğin sürece neler olabileceğini anlamazsın.

Yayaya saygı duyulmayan şehir konusunda Kabil ile at başı gidiyoruz. Bu cümlemde hiç de abartı yok. Afganistan ve Pakistan'daki trafik ve sürücü disiplinleri ile İstanbul'daki sürücü ve trafik disiplinleri aynı.

Bir şehrin gelişmişliğini anlayabilmek için 2 faktör çok önemli. 1'inci faktör, trafik. 2'ncisi de kadının iş ve sosyal yaşamdaki yeri ve değeri.

Ne yazık ki İstanbul'da 1'inci faktör felaket olarak adlandırabileceğimiz bir seviyede.

Fotoğraf 1950'lerden. Sürücüler, Harbiye'de otomobillerini kaldırma park etmiş. Peki görüntü sizi rahatsız etti mi? Beni etmedi. Ama bu fotoğraf günümüzden olmuş olsaydı çok rahatsız edecekti. Zira bu şehir artık 25 milyon kapasiteyi kaldırmıyor.

101 Yaşında Hesabı Ödemeden Ortadan Kaybolan Adam

100 Yaşında Camdan Atlayıp Ortadan Kaybolan Adam'ın devam filmi.  İsveç'in 2016 yılında 'En İyi Yabancı Film' dalında Oscar'a aday gösterilen komedi filmi.

İsveç televizyonlarına yaptığı mizahi yapımlarla adını duyuran Stockholm doğumlu yönetmen Felix Herngren'in ilk yüksek bütçeli filmi 100 Yaşında Camdan Atlayıp Ortadan Kaybolan Adam aslında bir kitap uyarlaması.

Kitabın yazılma öyküsü de en az film karakterleri kadar ilginç.  İsveç'te yerel bir gazetede muhabir olarak çalışan Jonas Jonasson'an Göteborg Üniversitesi'ndeki eğitiminden sonra çeşitli İsveç gazetelerinde çalıştı. Gazetecilik sektöründe belirli bir seviyeye geldikten sonra kendi prodüksiyon şirketini kurdu. Bir süre sonra bundan da sıkıldı ve kurduğu prodüksiyon şirketini sattı.

Kazandığı paralar ile kendine yatırım yapmayı sürdüren Jonasson, İsveç'in karakteristik yapısından da faydalandı. Bir süre Kuzey Işıkları'nı görmek için gelen turistlere rehberlik yaptı.

Bir süre sonra Stockholm'ün yorucu şehir yaşamından sıkıldığını belirterek evi ve barkı satarak İsveç'in göller yöresi olarak bilinen, en yoğun ormanlarının olduğu  ve aynı zamanda da doğduğu şehir olan Växjö bölgesine yerleşti.

Dedesinin kişiliğinden, hâl ve tavırlarından esinlenerek, Allan Karlsson adını verdiği bir karakter üzerine kitap yazmaya başladı. Kitaba, 100 Yaşında Pencereden Atlayıp Ortadan Kaybolan Adam ismini verdi.
Kitabı çok sevdiği dedesine adayan Jonasson, kitabın baskıya hazırlandığı dönemde dedesini kaybettiğini öğrendi. Haberi aldığı gün günlüğüne, "İlk kitabımı yazarken dedem cennete yerleşti" demişti.

Kitap İsveç'te olağanüstü bir şekilde başarı elde etti.  İsveç edebiyatında 45 dile çevrilerek bu alanda kazanılması zor da bir başarıya imza attı.

Kitabın bu başarısı Felix Herngren'in de dikkatinden kaçmadı. Kitaptaki anlatılardan yola çıkarak yazara, senaryodan bir örnek gösterdi. Jonasson da kitabın telif haklarını vererek, filmin çekilmesine onay verdi.

2011 yılında başlayan çekimler 1 yıl kadar sürdü.  Hundraåringen som klev ut genom fönstret och försvann yani 101 Yaşında Pencereden Atlayıp Ortadan Kaybolan Adam olarak beyazperdede izleyeci ile buluşan film 2016 yılında İsveç sinemasının Akademi Ödülü adayı oldu. En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı alanında 88'inci Akademi Ödüllleri'nde heykelciği o dönem ortalığı kasıp kavuran Mad Max:Furry Road'a kaptırdı.

Filmin gösterime girdikten 3 sene sonra Oscar'a aday gösterilmesi Netflix'in içerik editörlerinin gözünden kaçmadı. Devam filmi için düğmeye basıldı.

Netflix, ilk filmdeki kadronun bozulmamasını istedi ve yönetmen Herngren'e istediği özgürlük alanını sağladı. İkinci film olan 101 Yaşında Hesabı Ödemeden Ortadan Kaybolan Adam, Bali, Rusya, Polonya, Almanya ve İsveç'te çekildi. Yol filmine de göz kırpan yapısıyla devam filmi de en az ilk film kadar başarılı; izleyiciye 2 saatlik bir seyir zevki sunuyor.

Filmin konusu:

Filmin konusunu size tek bir cümle ile özetelyeceğim. 100 yıllık hayata sığdıramadığınız bir macerayı 2 günde yaşarsanız ne olur? İşte film bu kadar sıcak ve renkli.

10 Ekim 2017 Salı

İdlib Türkiye için neden önemli?

İdlib; Halep-Hatay-Lazkiye ve Hama şehirleri arasında kalan son derece stratejik öneme sahip bir şehir. İdlib aynı zamanda da Suriye'nin en büyük 14'üncü şehri. Türkiye ile doğrudan kara sınırı olan şehrin nüfusu, savaştan önce 4 milyona yaklaşırken savaş ile birlikte nüfus sivil halkta 1 milyona kadar düştü.

Şehir, çoğunluğu Sunni olmak üzere etnik köken olarak Arap ağırlıklı.

1) Rusya, İran ve Türkiye'nin İdlib stratejisi

14-15 Eylül Kazakistan'ın başkenti Astana'da Rusya, İran ve Türkiye heyetlerince İdlib ve çevresi 'Gerginliği Azaltma / Çatışmasızlık Bölgesi' olarak belirlendi. Garantör devletler de bölgedeki askeri unsurlarıyla varlığını sürdürecek olan İran, Rusya ve Türkiye oldu. Buna göre Rusya, İdlib bölgesini dışarıdan ve hava saldırılarına karşı koruyacak; Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı unsurlar da İdlib'in merkezinde meydana gelebilecek herhangi bir çatışmaya karşı orada varlığını sürdürerek, barışı gözetecekti. Heyetlerin aylar süren diplomatik görüşmelerinden çıkan sonuçlar kabaca bunlardı.

2) Türk Silahlı Kuvvetleri'nin İdlib'teki görevi?

Astana'da alınan kararlara göre, Türk silahlı Kuvvetleri'ne bağlı unsurlar, ateşkesin takibi maksadıyla, garantör ülkelerin unsurlarıyla koordineli olmak üzere 14 ayrı noktada meydana getirilecek olan gözleme kulelerinde keşif faaliyetlerini sürdürecek.

Görev ve misyon 6 aylık harekâta göre hazırlanmış olup Türkiye İdlib'in batısında, Rusya da doğusunda görevi icra edecek.

3) İdlib neden önemli?

Suriye'de Mart 2011'de başlayan iç savaştan sonra İdlib uzun süre merkeze bağlı kalsa da 4 yıl sonra iç savaşın 4'üncü yıl dönümünde, Mart 2015'te muhaliflerin eline geçti.  Türkiye ile Suriye arasındaki gerginliğin başlangıç sebeplerinden biri de aslında bir bakıma İdlib'ti. 2 Mart 2012'de saat 16:30'da İdlib'teki rejim güçlerinden Akçakale'ye top mermisi atılmış, 5 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı hayatını kaybetmiş, 9 kişi de yaralanmıştı. (1)

2013, 2014 ve 2015'teki çatışmalar sonucunda şehir, 27 Mart 2015 tarihinde Suriyeli muhaliflerin eline geçti. Ancak o dönem İdlib'e giren unsurlar, kendilerini 'Cihatçı'lar olarak anan (Ahraru'ş Şam, Nusra Cephesi -sonradan HTŞ-, Aksa Askerleri, Ceyşu's Sunne, Ceyş'ul Fetih - Fetih ordusu-) El Kaide bağlantılı bugünün Heyet Tahrir Şam'a (HTŞ) bağlı tugaylarıydı.

HTŞ, grubu Türk Silahlı Kuvvetleri'nce de düşman unsur olarak kabul ediliyor. Nusra Cephesi adıyla da bilinen HTŞ, İdlib'in önemli stratejik kısımlarını hâlen kontrolü altında tutuyor. Türk istihbarat kaynakları HTŞ'nin İdlib bölgesinde 20 bine yakın militanı olduğunu söylüyor. HTŞ'nin İdlib'de gücünü artırmasına bir diğer sebep olarak da ABD gösteriliyor. Zira ABD'nin sağladığı silah desteğiyle 2016 yazından itibaren HTŞ önemli bir güç haline geldi.
İrili ufaklı birçok grup İdlib'i almak için bir araya gelmişti / Fotoğraf 28 Mart 2015
Ancak HTŞ, tek başına İdlib'e hiçbir zaman tam hakim olamadı. 2015'teki operasyonda şehrin alınmasında Özgür Suriye Ordusu ile diğer cihatçı grupların da desteği (Fetih ordusu gibi militan gruplar) olmuştu. İdlib'deki muhalifler zamanla kendi aralarında çatışmaya başladılar. (ÖSO - Nusra bölünmesi ve arkasından gelen çatışmalar)

Muhaliflerin önemli kalelerinden biri halen gelen İdlib'den çekilmek zorunda kalan Esad rejimi dönem dönem İdlib'e yönelik ağır hava harekâtları ve bombardımanlarda bulundu. Hatta Esad'ın buradaki bombardımanlarda 'kimyasal gaz' kullandığı da öne sürüldü.

4) Türkiye neden İdlib'de?

Türkiye, Ağustos 2016'da başlattığı Fırat Kalkanı Harekâtı'nda sağladığı 'Güvenlik Alanı'nı İdlib bölgesine taşıyarak, İdlib-Lazkiye-Hatay-Mersin şehirlerini kapsayan 'Akdeniz Hattı'nın bir 'terör koridoru'na dönüşmesine izin vermemek için askeri gücüyle İdlib'de yer almak istiyor. Bu yüzden de Genelkurmay Başkanlığı 8 Ekim itibariyle Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı unsurların İdlib'e doğru intikale başladığını açıkladı.
Türk silahlı Kuvvetleri'ne bağlı zırhlı birlikler Hatay sınırında
Türkiye'nin bir diğer önemli amacı da başta HTŞ olmak üzere PKK/PYD/YPG gibi terör unsurlarını bölgeden temizlemek. Zira Türkiye bölgede aktif olmazsa, PYD'nin İran'a yanaşacağının farkında.

Ayrıca yapılan istihbarat çalışmalarında, PKK'nın Suriye'deki uzantısı PYD'nin İdlib'de kendine harekât mekanizması bulma gibi bir girişimi olduğunu doğruluyor.

Harekâtın en önemli sebebi aslında İdlib-Lazkiye hattını kullanarak Hatay üzerinden Türkiye'ye sızmaya çalışan terörist grupların önüne geçmek.

5) Türkiye İdlib'de çatışmaya girer mi?

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin hiçbir unsuru İdlib'e çatışma veya savaş amacıyla gitmiyor. Harekâtın öncelikli amacı İdlib'de Astana'da kabul edilen meşru gruplar arasındaki çatışmaları önlemek. Garantör devlet statüsünde olacak olan Türkiye, kendisine herhangi bir temas gelmediği sürece sıcak çatışmaya girmeyecek.
Özel Kuvvetler'e bağlı unsurların İdlib bölgesine intikali

6) Fırat Kalkanı Harekâtı ile İdlib İntikali'nin farkları ne?

a) Fırat Kalkanı Harekâtı klasik harp düzeninde icra edilen 3'üncü Nesil Savaş'a( Hava, kara, deniz gibi ordunun tüm faaliyetlerinin kullanıldığı) uygun operasyonel faaliyetti.

İdlib İntikali, doğrudan operasyondan ziyade daha çok asimetrik bir plana dayanıyor. Burada çok denklemli yapıdaki  asimetrik plandan kasıt, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin gayri nizami harp yürüten düşman birliklerine karşı Özgür Suriye Ordusu'nu taktik ve stratejik olarak desteklemesidir. Yani Türk askeri unsurları doğrudan çatışmaya girmeyecek eğittiği ÖSO unsurlarını savaşa sürecekti.  ( Tıpkı 9 Ekim sabahı ÖSO'nun ilerleyini kolaylaştırmak için Fırtına Obüslerince yapılan topçu atışı)

7) İdlib'de Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarına saldırı olur mu?

Evet. Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları her an teyakkuzda olmak zorunda. Zira bölgedeki terör örgütleri her an beklenmedik saldırılarda bulunabilir. Zira bölgenin zemini ve meskûn yapısı terör örgütlerinin beklenmedik saldırılar yapmasına uygun. Harekâtı yöneten Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesi de bu durumun farkında. Zira asker kurulacak olan 14 ayrı gözleme kulelerinde ve üstlerinde 24 saat teyakkuzda olacak.

8) İdlib operasyonundan sonraki adım ne olacak?

Özellikle son 1 yıldır Rusya ile ilişkilerin rayına oturmasından sonra ABD'den iyice uzaklaşan Türkiye, Orta Doğu'da artık daha aktif bir konumda yer almak istiyor. Bunun ilk adımı da Ağustos 2016'da icra edilen Fırat Kalkanı Harekâtı'ydı.

İdlib İntikali de Fırat Kalkanı'nda kazanılan harekât alanının genişletilerek Suriye sınırındaki terör unsurlarının olabildiğince uzak tutulması amacıyla yürütülüyor. (Bu söylediklerimiz tamamen bu dönem koşulları (konjonktür) göz önüne alınarak yazılmış ifadeler. Politikalar değişirse Türkiye'nin Orta Doğu'daki tavrı da değişebilir. Zira Türkiye'de çok tepkilere neden olan Kuzey Irak'taki referanduma doğrudan bir müdahalede bulunmaması gibi. Çünkü orada ABD ve İsrail misyonları ağır basıyor ve Türkiye ağırlığını koymak da ne yazık ki hafif kalıyor. Diplomatik yaptırımların olacağını söyleyen hükümetten bu alanda henüz tatmin edici bir adım da gelmedi. Suriye'ye bu kadar rahat girilebilmesinin bir nedeni de Rusya ile masada yapılan anlaşma)

Nihayete erdirsek, İdlib harekâtından sonraki hedefin Afrin olması hiç de sürpriz olmaz.

9) Türk askeri İdlib'de ne kadar süreyle görev yapacak?

Askeri heyetlerin kararlarıyla beraber Türk askerinin İdlib'de görev yapma süresi 6 ay. Ancak bu süre bölgedeki stratejik faaliyetlere göre değişebilir. Askerin görev süresi uzayadabilir.

Dipnotlar:
(1) İdlib'ten Türkiye'ye top mermisi düştü

8 Ekim 2017 Pazar

War Dogs

Bazı filmler vardır ya "Boş kafayla izlenmez" yorumları yapılır. War Dogs, işte o filmlerden. Naif veya hafif kırılgan bir zihinle izlendiğinde o günün en keyifli 1.5 saatini geçirmenize neden olacak bir yapım. (Kafanızın dolu olması tamamen sizin tercihinize göre, ister rakı, ister viski isterseniz de yorgun bir günün üzerine güzel bir demli çay veya kahve...)

Filmin yönetmeni Todd Phillips Hangover serisiyle komedi alanında kendini kanıtlamış bir isim.  David Packouz ve Efraim Diveroli isimli iki arkadaşın gerçek hikâyesini merkezine alan yapım, 1.5 saatlik bir kara-komedi.

Özellikle de arkadaş ortamında izlenecek eğlenceli bir yapım. Dışarı çıkılmanın tercih edilmediği bir cumartesi akşamı izlenilmesi yönünde tavsiyelerimi sunarım.

5 Ekim 2017 Perşembe

Big Mouth

Big Mouth, yetişkinlere yönelik bir çizgi-roman komedisi.

Yapımcılığını Family Guy ailesini yaratan ekibin üstlendiği Big Mouth 20 dakikalık bölümleriyle kişinin sıkılmadan izleyebileceği bir 'ergenlik' komedisi.

Netflix'in desteğiyle ABD mizah endüstrisinin altın nesli Nick Kroll, Andrew Goldberg, Mark Levin, Jennifer Flackett'ın kaleminden ortaya çıkan komedi, her bölümde ergenliğin farklı zorluklarını ele alıyor.
South Park kadar siyasi alt metin olmasa da ABD ve dünyanın tandığı ünlüleri tiye alan esprileriyle izleyenlerce beğenileceğini düşünüyorum.

Big Mouth'ın en ilgi çekici yönlerinden biri ergenliğin en büyük tabularından biri olan 'cinsellik'i tiye alması. Hormon Canavarı sürekli olarak karakterlerimizi mastürbasyon yapmaya ve her zaman her yerde cinsel olarak uyarılmasını sağlamamaya zorlamakta. Öyleki bu durum birçok kez karakterlerimizi komik durumlara düşürmekte.

Bunun dışında ergenlik döneminde bireyler arasında ilişkiler, birbirlerini anla(ya)mama, kadın-erkek zıtlaşmasından örneklerle anlatılıyor.

Big Mouth, 20 dakika olmasından mütevellit sıkıcı olmayan ve son derece keyifli vakit geçirmenizi de sağlayacak bir yapım.

II. Dünya Savaşı'na hazırlık; Türk Silahlı Kuvvetleri'nce icra edilen 3'üncü Ordu manevraları

3'üncü Ordu'ya bağlı bir piyade birliği atış talimi yapıyor / 1941
1940 ve 41 yılı, II. Dünya Savaşı'nda Almanların üstünlük kurduğu yıldı.

1 Eylül 1939 yılında Alman zırhlı birliklerinin Polonya topraklarına akın etmeleriyle başlayan operasyonun tüm dünyayı çember altına alacak bir boyuta geleceğini kimse tahmin etmiyordu.

Almanya'nın Polonya'yı işgal etmesine ilk tepki Çekoslovakya karşısında verdikleri sözü tutmayan iki devletten geldi. Ekim 1939'da, Fransa ve Büyük Britanya ardı ardına Almanya'ya savaş ilan ettiğini duyurdu.

Kasım-Aralık 1939'da Polonya'nın fişini çeken Wehrmacht'ın ( OKW / Oberkommando der Wehrmacht Silahlı Kuvvetler Yüksek Komutanlığı) yeni yıldan sonraki ilk hedefi Batı Avrupa'ydı.

Ocak ve Şubat ayında Blitzkrieg prensibine dayalı bir hücum planı hazırlayan Alman komuta kademesi,  havaların ısınmasıyla Mart 1940'ta Lüksemburg, Belçika ve Hollanda'yı çembere alan harekât planını uygulamaya koydu. Nisan ve Mayıs aylarında Alman hücumu Fransa'ya yönelmişti.  Haziran 1940'ta Fransa kesin olarak teslim alındı ve Paris düştü.
Alman Panther tankı Zafer Takı'nın önünden geçiyor / Haziran 1944
Temmuz 1940'a gelindiğinde Almanlar, neredeyse tüm Avrupa kıtasına hakimdi.  Hitler, Ağustos 1940'ta hedefini Büyük Britanya olarak belirledi. Londra'nın düşmesi için yine Blitzkrieg prensibine uyan ancak bu kez Luftwaffe'nin başı çekeceği bir harekât planı hazırlandı. Tarihçiler, Almanların İngiltere'ye yönelik bu saldırısını Atlantik Savaşı olarak değerlendirdi.
Almanların hava taaruzları sonucunda hasara uğrayan Londra / Ağustos 1940
1940 yılının Kasım ayına kadar Birleşik Krallık ile meşgul olan Wehrmacht'ın, hiç dinlenmeden Hitler'in takıntısından dolayı yeni yılın ilk günlerinden itibaren ( Ocak 1941) bu seferde olası bir Rusya seferine odaklanması isteniyordu.
General Heinz Guderian ile General Alfred Jodl / Doğu Cephesi - Haziran 1941
Şubat ayında Heinz Guderian, Wilhelm Keitel, Alfred Jodl, Eric con Manstein gibi kıdemli kurmaylar olası bir Moskova seferi için Napoyon Bonapart'ın Moskova Günlükleri'ni inceliyordu. Bunun dışında Paris'in tüm kütüphaneleri Almanların emrine amadeydi. Bonapart'ın Moskova seferine ilişkin Fransızca yazılmış tüm kaynaklar Silahlı Kuvvetler Yüksek Komutanlığı'nca (OKW) tarandı.

Seferin en ince ayrıntısına kadar düşünülmesi gerektiği görüşünde olan Alman komuta kademesi, Moskova'yı fethetmek için, İsveç'in tüm imkanlarını kullanarak dönemin en büyük ordularından birini meydana getiren, ancak yenilgiden dolayı Osmanlı'ya sığınan İsveç Kralı Demirbaş Şarl'ın dahi seferi bilgilerini okumuştu. Kurmayla için her detay önemliydi ve çok ince stratejiler üzerinde çalışıyorlardı.
Barbarossa Harekâtı'nı yöneten komutanlar ve komuta ettikleri birlikler. (Haziran 1941-Mayıs 1945) Harita Kaynağı - Basil Little Hart - II. Dünya Savaşı / İş Bankası Yayınları 
Barbarossa Harekâtı'nın arkasında böylesine derin bir strateji yatmaktaydı. Ki zaten bu kadar araştırma sonucunda kurmaylar Rus seferinin başarılı olamayacağı görüşünde birleşmişlerdi. Ancak Hitler ikna edilemedi.

Moskova seferi öncesinde temizlenmesi gereken bir 'çöplük' olarak gördüğü Balkanları aradan çıkarmak isteyen Hitler, Benito Mussolini'nin de teşvikiyle Mart 1941'de Balkan seferine girişti.
3'üncü Ordu'ya bağlı unsurlar atış talimi yapıyor / 1941
Savaşın böylesine kızıştığı dönemde Türk Silahlı Kuvvetleri dönemin Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ın emriyle 1'inci, 2'inci ve 3'üncü orduların tam katılımıyla geniş bir tatbikat (manevra harekâtı) başlatılmıştı. Life dergisi de o dönemde manevraları fotoğraflayan kurumdu. Dönemin Genelkurmay kayıtlarında 1941'deki manevralar için, 1941 Savaş Düzeni ismi verilmişti.

1'inci Ordu Trakya, Çanakkale, İstanbul Boğazı olmak üzere Marmara, Ege ve Trakya'da konuşlandırılmıştı.

2'nci Ordu Malatya merkezli olmak üzere, Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa'da manevralar icra edecekti.

3'üncü Ordu'da Erzurum, Erzincan, Kars, Ağrı ve Hakkâri'de manevraları icra ediyordu.
Kendisiyle kısa bir sürede olsa aynı çatının altını paylaştığım için gurur duyduğum akademisyen - tarihçi Erhan Çiftçi hocamın belirttiği gibi, dergisi ekibi 1940 ile 1950 yılları arasında Türkiye'ye üç kez ziyarette bulundu. Ekibin ilk ziyaret yılı da 1941 senesiydi.

Dergi ekibinin de ziyaret amacı Mete Tunçay'ın İkinci Dünya Savaşı'nın Başlarında (1939-1941) Türk Ordusu kitabında belirtildiğine göre 1941 yılındaki Savaş Düzeni manevralarını takip etmekti. Bu bilgiye ek olarak Erhan Hoca'nın da belirttiği gibi ekip o dönem Kara Harp Okulu'nu da kayıt altına aldı.
Geleceğin kurmay subayları Kara Harp Okulu'nda ders görüyor / 1941
Kara Harp Okulu Öğrenci Alayı'nın Samsun'da katıldıkları müşterek bir tatbikatı fotoğrafladılar. Bu fotoğraflar günümüzde halen Kara Harp Okulu'nun resmi internet sayfasında da bulunmaktadır.
Samsun'daki manevralara iştirak eden Kara Harp Okulu Öğrenci Alayı / 1941
Derginin fotoğrafçıları daha çok Kara Harp Okulu'ndaki dersler ve öğretiler ile birlikte ağırlıklı olarak 3'üncü Ordu'yu merkezlerine aldılar.
Hafif zırhlı ışık birliği İstanbul'a sevk ediliyor. Işıkçılar, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne 1960'lara kadar düşman uçaklarının olası bir saldırılarına karşı kullanılmak amacıyla envanterdeydi. Sanatçı Zeki Müren'de askerliğini Hadımköy'de ışıkçı taburunda yapmıştı.

Her ne kadar II. Dünya Savaşı başladığı andan itibaren Türkiye'de 2 milyona yakın erkek silah altına alınsa da bu manevralar Genelkurmay Başkanlığı'nın yaptığı en önemli tatbikatlardandı. Gerçek savaş durumu göz önünde bulundurularak icra edilen operasyon yaklaşık 3 ay kadar sürdü.

Life dergisinin fotoğraflarıyla 3'üncü Ordu manevraları;