26 Nisan 2020 Pazar

Peeping Tom / Kadın Katili

"Ses çıkarmadan yürüyen bir adamdan hoşlanmam"

İngiliz yönetmen Michael Powell'ın kariyerini yok eden filmi Peeping Tom (Kadın Katili), röntgenciliği konu edinen sinemadaki korku/gerilim türünün ilk "Slasher" temsillerinden. 1960 yılında yayınlandığı Birleşik Krallık'ta uyandırdığı kamuoyu hassasiyetinden dolayı 5 gün sonra hükümet tarafından gösterimden kaldırılan film, günümüzde hâlâ sinemaya dair cesur sorgulamalarıyla güncelliğini koruyabiliyor.
Masum kadınları ve kurban olarak seçtiği seks işçilerinin ölümlerini, korku konulu belgeseline dahil etmek isteyen psikozlu bir kamera asistanı Mark Lewis'i odağına alarak anlatan film, sinemanın psikolojiden en çok beslendiği çocukluk travmalarını ön plana çıkarıyor.

Hülasa, genç bir sinemacının kadınların korkularının üzerinden ölümlerini belgeleme isteği üzerine kurulu Peeping Tom.

Lewis'in çocukluk travmalarının sonucu olarak yetişkinliğinde ortaya çıkan ölümcül intikam duygusunun sert bir şekilde aktarıldığı film, konusu ve sinematografisiyle 1970'lerdeki İtalyan "Slasher" sinemacıları da oldukça etkileyecekti.

Alfred Hitchcock'un Psycho'yla aynı yıl gösterime girdi. Peeping Tom'un ayırıcı özelliği gerilim türünden çok alt yapısının trajedi barındırmasıydı. 

Stanley Kubrick'in Otomatik Portakal'ının Pepping Tom'un yanında ilkokul üçüncü sınıf münazarası olarak kaldığını da hatırlatalım.

Sezar'ın Hakkı Sezar'a çok geç teslim edildi. Pepping Tom, yayınlandıktan tam 50 yıl sonra hak ettiği değeri gördü belki de. 2010 yılında İngiliz sinema otoritelerince son yüz yılın en tehlikeli 25 filmi içerisinde gösterildi.

2 Nisan 2020 Perşembe

A Cure for Welness; Zindan Adası göstergeli "Yaşam Kürü"

Halka, Meksikalı, The Lone Langer ve Karayip Korsanları filmiyle tanıdığımız Amerikan sinemasının yaratıcı yönetmenlerinden Gore Vervbinski'nin son filmi A Curw for Welness, İsviçre Alplerinin tepesindeki bir tedavi merkezinde saklı büyük bir sırrı odağına alıyor.

Etkiletici sinematografisiyle Martin Scorsese'nin Shutter Island'ını akla getiren filmde, A Clockwork Orange'ın sinir bozucu "göz" sekansı ile Yunanistan sinemasının son zamanlarda yetiştirdiği en önemli yönetmenlerinden Yorgos Lanthimos'un Dogtooth filmindeki rahatsız edici diş sekansını hatıra getiren "Diş" sahnesine benzer sahnelerin olduğu çekimler de  oldukça etkileyici.

I. Dünya Savaşı'nda Alman ordusunca hastane olarak kullanılan sanatoryumun etkileyici atmosferi Gore Verbinski'nin özenli görselliğiyle muazzam kareler izlettiriyor bize. Filmin çekildiği mekanlarda Adolf Hitler'in de cephede yaralandıktan sonra burada tedavi gördüğünü de hatırlatalım.
Almanya'nın Stutgart ilçesindeki Hohenzollern Kalesi, çekimler için 9 gün kapatıldı. Verbinski yoğun bir çalışma ile kaledeki tüm çekimleri 9 günde bitirmeyi başardı. Oyuncuların bu kadar hızlı çekim temposunda gösterdiği başarılı performans takdire şayan gerçekten. Hikâye her ne kadar İsviçre'de geçse de filmin tüm sahneleri Almanya'da çekildi.

Almanya'nın desteğinde çekilen filmin müzikleri için başta Hans Zimmer'dan söz alınsa da Christopher Nolan'ın araya girmesi ile ünlü besteci Dunkirk filmine odaklanması gerektiğini söyleyerek filmin müziklerini yapmaktan vazgeçti. 

Filmin klostrofobik atmosferine uygun müziklerin hepsi Benjamin Wallfisch'ın elinden çıkma.

Filmin afişinde de yer alan ve korku öğesi olarak kullanılan yılan balığı, Avrupa Yılan Balığı'dır ve türünün yok olma tehlikesi nedeniyle koruma altındadır. Sanatoryumda insanların boğazından vücutlarına zerk edilmesinin sebebi de, bu balıkların çok küçük bir ortamda dahi yıllarca yaşayabilme özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Ortaçağ gotik hikâyelerinde bu balıklar için yüzyıllarca ömür biçilmiştir.
Bu arada küçük bir bilgi daha verelim. Filmin esinlendiği baron hikâyesi 16. ve 17. yüzyılda İsviçre'deki gerçek hikâyelerden yola çıkılarak oluşturuldu.

Hülasa, filmi dikkatli izleyenler için final sekansında büyük bir sürpriz var....