5 Aralık 2022 Pazartesi

Hemen kaçıp evime sığınmak istiyorum

Çocukluğumdan geriye ne kaldı? 

İncitici bir geçmiş, içinde ilaçtan daha çok vitamin ve kozmetik ürünleri bulunan bir eczane, perdesi eskimiş bir sinema salonu, zeytin ağaçlarının katledilmesiyle ortaya çıkmış bir otel, plajı halka kapatılan bir deniz kenarı, gece uyurken nereye döneceğimi bilmediğim bir yatak, Türkçesi fena olmayan bir İskoç, içinde yaşayan kalabalığı sevmediğim bir İstanbul, bana haksızlık eden bir arkadaş, bazı geceler tekrarlayan aynı rüyalar, kıyıda bekleyen bir düşman, alarm kurmadan kendi kendime uyanmama izin vermeyen bir iş, okuması hep yarım kalan kitaplar, yüzüme yüzüme üflenen bir sigara dumanı, duvarda kulağı kesik bir Van Gogh tablosu, 68 yılından kalma bir kül tablası dedemin askerden getirdiği…

4 Aralık 2022 Pazar

İçimde biriken kara bulutlar

Fransız yönetmen Mia Hansen-Løve’un hassas, zarif ama düşündürücü anlatımıyla paralel bir aşk hikâyesini anlattığı Bergman Adası, melankolik üslubu, kişisel anlatımı, filmin içinde geçen ‘film’ yapısıyla Coen kardeşler ile Güney Kore’nin ışık saçan yönetmeni Hong Sang-soo’dan izler taşıyor. 

Usta yönetmen Ingmar Bergman’a saygı niteliğindeki film, Faro adasında hayal ile gerçeğin birbirine geçtiği anlatım üslubuyla izleyicisini şaşırtıyor. Haliyle bu durum da finalde ‘katarsis’ yaşayamayan izleyicinin, filme ve filmin yönetmenine mesafe almasına neden oluyor. 

Filmin, Mia Hansen’in ‘kişisel projesi’ olması bakımından yönetmenin kendisini oldukça özgür hissederek senaryoyu yazdığını da söylemek mümkün. (Bu özgürlük ortamı çerçevesinde gelişen olayları izlemek bana çok keyif verdi) Filme mutluluğu kovalamak yerine, ‘arzuyu canlı’ tutmak temelinden bakılırsa çok daha keyif alınacağını da düşünüyorum.

30 Kasım 2022 Çarşamba

Almodovar ile sıcak bir karşılaşma

Kalplerinde sonsuz sevgi barındıran, karakterleri kamuoyu yaratabilecek güçte kadınları merkezine alan, İspanyol sinemasının melodram prensi Pedro Almodovar'ın dünyanın bütün kadınlarına, kendisini kadın hisseden herkese adadığı filmi. 

Senaryosunda barındırdığı renkli İspanyol klişelerinin bile göze batmadığı, Almodovar sinemasından alışık olduğumuz toplumsal cinsiyet rollerindeki değişimin didaktik bir dille anlatılmasıyla film, izleyicinin gözüyle gördükleri karşısında hayatla ilgili dersler çıkarmasına da olanak tanıyor. 


Almodovar'ın dilini, renklerini, diyaloglarını sevenler için sıcacık bir karşılaşma.

25 Kasım 2022 Cuma

Bir şeyler yapınca geçiyor hayat

Çıplak duvarlarına güneş vuran kıyı Ege kasabası evleri huzuru altında çimlere uzandım. Kışın hayalet sessizliğinin sona erdiğini, güneşin ısıtan ışıklarından yeni hayatın filizlenen mırıltısını duyduğum bir zaman dilimi içerisindeyim.

Karşı kıyıda iskeleden kalkan bir vapur, ona yetişmeye çalışan küt saçlı genç bir kadın. Ardından bir oğlan. O da yetişme derdinde. Bir ses, Ludovico Einaudi olmalı bu. Elbette ya! Bu duyduğum o, yıllar önce unuttuğum seni hatırlatıyor.

Anlatmak istediğim çok şey var ama hiç gücüm ve isteğim yok. Bir duygunun peşinden sürüklenmeyeli ne uzun zaman oldu. Belki de biraz soluklanmam gerekiyordu, bilmiyorum.

Aldanma sen bana bugün inceliğim üzerinde yine. Aklıma balkonda asılı duran çamaşırlar geldi, hava yağacak, emekli albay gibiyim bu konuda, ıslanmasınlar diye onları toplamaya gidiyorum izninle, huzurlu yerimden kalkıp.

23 Kasım 2022 Çarşamba

Tüm olanların tanıklığı

Sonbahar da bitiyor artık. Bu tip mevsim geçişlerini hiçbir zaman sevmedim. Sıkıcı ve bunaltıcı bir Contemporary İstanbul sergisini gezmek gibi. Hiçbir çekiciliği, heyecanı olmayan günler. Bu ayı saymazsak 4 daha ay var koskoca kışın geçmesine.

İçinde mutluluk garantili tekdüze yaşamları seviyorum. (Evde olmak işte bu kabaca) Erken yatıp sabahları erken uyanmak bunlardan biri. Sabah henüz hava aydınlanırken kendini yollarda bulmak da güzel bir his.

Psikoloğumu aldım karşıma oturttum, karşılıklı baktık uzun süre birbirimize. mutfaktaki boş dolapları gözlemler gibi seyrettik birbirimizi. Tezgah üzerinde duran yıkanmamış bulaşıkları yıkamaktan keyif aldığımı ve bunun benim için bir terapi yöntemi olduğunu söyledim. Deterjan şişesinden temizlik bezine sıvı akıtmanın da aynı hazzı verdiğini söyledi o da. 31. yaş günümde bir programım olmadığını ve bunun da canımı sıkmadığını söyledim, bir tespih alıp tanelerini çekmemi tavsiye etti. 

Dışarı çıktım, ortalık toz duman, yine bir hafta sonu yalnızlığı. Ay başı ya köşedeki fıstıkçıdan Antep fıstığı aldım, yemesi çok keyifli bir de jelibon. (Üstelik ayıcıkları eskiden olduğu gibi yine öpüştürerek yiyorum. Koca adam oldum jelibon yemekten vazgeçmedim)

Neyse bugünlük bu kadar olsun, tüm olanların tanıklığını düşünmeye gidiyorum ben.

Böyle geçiyor işte zaman

Bu aralar yine uykuya dalmak da zorlanıyorum. Pencereye vuran rüzgâr camı zangır zangır titretiyor, kalbimin erimesi gibi. Hiçbir zaman da öyle birkaç kadeh atıp uyuyan birisi de olamadım. İçki içince benim kalbim daha hızlı attığı için gece yatağa uzandığımda kalp atışlarımı ağzımda hissetmek iyi gelmiyor bana. Bir de onunla uğraşamam gece vakti.

Dışarısı kalabalık, neredeyse İspanya'nın en kuzeyinde okyanus kıyısındaki bir şehrin nüfusu tek bir semtte toplanmış burada. Bu şehre neden bu kadar yükleniliyor? Sokaktakileri yarısının varlığı bu kente yük, yok olup gitseler hem şehir rahat edecek hem de kalanlar. 

Hastalanınca ne yapacağımı bilmiyorum. Hastalanmadan ne yapılması gerektiğini de sen biliyorsun. Bence güzel çağrışım bu.

Okuyamadığım kitaplar, izlemediğim filmler, göremediğim ülkeler, ıskaladığım pek çok an, sevdiğim bir kalp, unutmadığım bir insan, hayatının yarısını geçirmiş olmanın verdiği his, uzaktan belli belirsiz gülüşün, minik evimde kurduğum bir dünya, geride bıraktıklarım, koştuklarım, kapıyı çarpmadan gittiğim evler, gergin bir ruh hali, arkada durağan bir halde çalan Mazzy Star şarkısı,  her defasında uzatmaya karar verip kısacık kestirdiğim saçlarım, tüm gün hiçbir şey yapmadan evde oturmalarım, ayaklarımı duvara dikip kuracak bir hayal bulamadan baktığım beyaz tavan, önceleri el ele yürüdüğümüz şimdilerde tek başıma dolaştığım o caddeler, neler oldu, nerelerdesin, neler görüp de neler geçirdin, her sabah doğan güneşin hazırladığı yeni hayat neler sundu sana, sonunu getiremediğim günler. Böyle geçiyor işte zaman.

22 Kasım 2022 Salı

Çok fazla şey

Sabah kahvaltılarında çay içmeyi sevmiyorum. Koca adam oldum halen sokağa çıkarken sırt çantamı taşıyorum yanımda. Bazen kendimi yaşadığım ülkeye benzer bir ruh halinde hissediyorum. Ekonomik olarak ne zaman kalkındığımız söylense ülkedeki fakir sayısı daha da artıyor. Hiçbir şey eskisi gibi değil ama sanki her şey de başkalaşmış gibi. 

Uzun yıllar sonra üniversite sıralarından tanıdığın bir dostun bakışına denk gelmenin sevinci, Akıntı Burnu'nun biraz ilerisindeki balıkçılar, karşıda Koç villaları. Sokakları yapay çimlerle 'yeşil' hale getirmeye çalışan belediye çalışanları, şehirde yaşamaya çalışıp sokaklardan rızkını çıkarmaya çalışan Bebek parkının köpekleri ve hep eksik olmayan sigara dumanı kokusu.

Keşfetmeyi istediklerim var

Seninle izlemek istediğim filmler var; bittikten sonra sadece seninle konuşmak istediğim, keşfetmesini birlikte istediğim filmler.  (Albert Serra'nın Tourment sur les îles bunlardan biri. Pacifiction olarak tercüme edilmiş.) 

Küçük, minimal, sanki hayatın içinden bir akışı izliyormuş hissi uyandıran filmleri sevdiğini biliyorum.  Ben de onları seviyorum. Emin Alper'in Kurak Günleri'ni de merak ediyorum. Bir fırsatım olursa izleyeceğim. (Her ne kadar bu aralar film izlemek için zamanım olmadığı gibi dikkatimi de veremiyor olsam da)

Dilimde eski bir Morrissey şarkısı. Diyor ki bana "Kalbinin gözyaşlarını sustur" Hemen!

20 Kasım 2022 Pazar

Karanlık, ruhumun bir parçası

Hikâyemiz daha iyisini hak etmiyor muydu? Yıllar sonra karşılaşıp birbirimize "Merhaba" demekten daha iyi anlarımız olabilirdi.

20'li yaşlarımızın başında başlayan tanışıklığımızın 8 yıldan fazlası hayatımın en mutlu zamanları oldu. Artık yollarımızı çoktan ayırmış olsak da yine de onu özlemediğim anlamına gelmez bu. Tatsız bir durum tabi, insanın sevdiği kişiyi görmemesi gerekliliği.

Her köşe başında moloz yığınları, sökülen ağaçların yerine yapılan inşaatlar, kırılan kaya parçaları sözde 'yeni yaşam alanları'. Bu da insanın içini sıkıyor. 

Bir hatırlatma yapmak istiyorum, dışarı çıkarken sıkı giyin. Fena bir grip salgını var. Hasta olmamakla övünen beni bile vurdu bu nereden geldiğini bilmediğim virüsler.  Bu da yaşamın bir parçası tıpkı ayrılıklar da olduğu gibi.

Dedem geçtiğimiz gün ağaç dalına çıkıp merdivenden düştü, kaburgalarını kırmış. 74 yaşında ne işin var senin ağaç tepelerinde? Artan sırt ağrılarına karşı ne güzel de her gün düzenli yürüyüşlere başlamıştı.

Gördüğün gibi hayatımda pek de bir değişiklik yok. Dışarıda hafif başlayan bir yağmur, birazdan yürüyüşe çıkacağım, belki ıslanırım da biraz.

Gitmek gerek

Az evvel tüm geleceğim ve geçmişim beni terk etti.  Koca bir boşluk. Uzay boşluğundaki kara delikler gibi. Süpernova belirsizliği. Şimdiki anda kalan da hiçbir şey yok. Büyük  belirsizlikler zinciri. Hayatında yaptığın ilk haşlama brokoliyi yemek gibi. Tadının güzel olup olmadığına karar veremiyorsun. "Artık dayanamayacağım" diyerek, müphemiyetini sağanak altında yürürken yosun kokulu denizin dibinde sonlandırmak isteyen sevgili gibi, savunmasızım.

Ağlamaklı ruh halinin altına gizlemeye çalıştığım metanetli tavrı, bekçi kulübesinden kim baksa anlardı.

19 Kasım 2022 Cumartesi

Varamadığım yollar

 

Şimdi ne yapıyorum? 

Hiçbir şey. Bekliyorum sadece. Geçmesini bekliyorum.
 
Uyuyamıyorum. En küçük patırtıya uyanıyorum. Çoğunlukla ne yapacağımı nasıl hissedeceğimi de bilmiyorum. 

Pencereden dışarı başımı çevirip bazen etrafı izliyorum. Sokaklar nemli ve ıslak, iç karartıcı. Tek güzel şey etraftaki kediler.

Bazen James Joyce okuyorum, sıkıyor ama modern romanın öncüsü olduğu için saygı duyuyorum ona. Okumaya devam ediyorum.

Sosyal ve boş kalabalıkları sevmiyorum. Nabokov gibi hissediyorum kendimi bugünlerde. 

Hayat kendi halime bırakmıyor bir türlü beni. Yaşamın dayattığı zorluklardan kurtulup kendi yalnızlığımda kavrulmak istiyorum sadece. Çoğunlukla boğuşmam için karşıma duvarlar çıkıyor, yıkamadığım duvarların üzerinden atlayıp geçmeyi öğrendim artık. 

Yazamadığım daha birçok şey var. Belki bir gün paylaşırım onları da.

12 Kasım 2022 Cumartesi

Sinemada 'Açık Yapıt': Kerr

Aslında bakılırsa pek çok yönetmen, yazar, şair ifade ettikleriyle doğrudan ya da dolaylı şekilde kendi hayatlarından kesitler sunarlar. Bazı yönetmenler de izleyicinin kafasında birden fazla soru işaretinin uyanmasını, eserini izlerken rahatsız olmasını isteyerek filmlerinde açıklık kavramını (izleyicinin bulmak istediği yanıtların boş bırakılması, katarsis) kullanmayarak, izleyiciyi yormak ister. Artık o filmle ilgili soruları bulmak izleyicinin işidir ve film bittikten sonra izleyicinin kafasında soru işaretleri, yanıtlanmamış pek çok soru kalır. Bu hem yönetmen hem de izleyici için bazı riskleri barındırır. İzleyici, yönetmene ve filme karşı mesafe alabildiği gibi o eseri ve onu yaratanı çok da sevebilir.

Tayfun Pirselimoğlu’nun Kerr filmi de tam bu bahsedilen kavrama uygundur. Kafkaesk anlatımı, filmin gerçeküstü karanlık yapısı, izleyici rahatsız eden türden absürt ve sürreal olayların anlatımı kavram karmaşasına yol açsa bile; alışıldık didaktik yapıda olmayan Kerr, aslında bir bakıma yarattığı özgürlük havasıyla izleyicinin hafızasına derin yolların açılmasına da yardımcı oluyor.

İlginç bir sinema deneyimi izlemek isteyenler gözden kaçırmamalı. Tayfun Pirselimoğlu'nun da izleyeciye hiç de kolaylık sağlamayan bir yönetmen rolünde olduğunu da hatırlatalım.

26 Ekim 2022 Çarşamba

Keşke biraz daha fazla vakit geçirebilseydik

Kameranın kaydettiği her an çok kıymetli. 

Keşke biraz daha uzun süre sarılabilseydik birbirimize. İştahsız olduğun sabahlarda karnını doyurabilmek için hazırlamış olduğum kahvaltıların biraz daha uzun sürmesini isteyebilirdim.  

9.5 saatlik yolda giderken bizim kadar mutlu olan, neşelenen biri var mıdır hayatta? Yolda aldığımız kahvelerin 40 yıllık hatrı kalmadı mı yoksa artık? Hiçbir zaman unutmayacak olsak da bu yaşadıkalarımızı, şimdilerde  kendimize bunları hatırlatmanın pek de lüzumu olmadığını düşünüyorum. Bu yolun sonunda ikimiz de 'kendi kişiliklerimizi' olgunlaştıracağımız kentlere varacağız.

Zor yolculuk olduğunu kabul ediyorum ama ikimizin de manzarasının güzel olduğunu bilmek içimi rahatlatıyor. Umarım hep güzel manzaralar seyrederiz ikimiz de.

Şimdilik hoşça kal.

18 Ekim 2022 Salı

Seni özledim

- Neden hâlâ annem ve sen birbirinize ‘seni seviyorum’ diyorsunuz? Artık birlikte de değilsiniz, neden böyle söylüyorsunuz? 
- Sevdiğini söylediğin tüm insanları aklına getir. Anneannen, deden, amcan, teyzelerin.
- Evet ama bu söylediğin kişiler yani onlar ailem. 
- Annen de benim ailemden.

16 Ekim 2022 Pazar

Sonu gelmez sandığın o an: Arzunun Kanunu

Zamana, çevreye, eşine, dostuna sıkı sıkı bağlı bir insan için en büyük hayal kırıklığı nedir? Tüm köklerinden kopmuş karakterlerin ruh hallerini yansıtan Arzunun Kanunu, geleneklere karşı olan ve toplumca kabul görmüş yaşam biçimini reddeden İspanyol yönetmen Pedro Almodovar'ın önemli erken dönem fimlerinden.

13 Ağustos 2022 Cumartesi

Andrei Rublev

Rus sanat tarihinin ünlü ikona ressamı Andrei Rublev'in hayatını merkeze alan film, kendi kişiliğini korumaya çalışan ve aynı zamanda en zor koşullarda dahi sorgulamayı bırakmayan bir sanatçının kimliğini anlatıyor.

On beşinci yüzyılda yaşamış sanatçının hikâyesini, Sovyet sinemasının usta yönetmenlerinden Andrei Tarkovsky'nin Sergei Eisenstein'ın biçimciliğinden ayrılmayarak onun keskin ve özgür üslubundan izliyoruz.

Acımasız bir dünyada merhameti, sevenciliği ve iyiliğinden taviz vermeyen karakterimiz, baskıcı bir toplumda sanatçının asıl işlevini, nasıl davranması gerektiğini de hatırlatıyor bizlere. Yoğun mistik ögeler barındıran film, didaktik anlatımıyla izleyiciyi biraz zorlasa da Stalin döneminin baskıcı ortamını yansıttığı için  tarihsel gerçeklere de ışık tutması açısından oldukça önemli. Filmin uzun bir süre yasaklanmasının bir nedeni de buydu.

1966 yılında çekilen ve görsel anlatım bakımından sinema diline yepyeni bir bakış getiren film, uzun süresine rağmen bir sinema şöleni diyebilirim.

10 Ağustos 2022 Çarşamba

Korku klasiklerine meydan okuma: Altıncı His


'Rosemary'nin Bebeği', 'Şeytan', 'Kehanet' gibi sinemanın kült parapsikolojik korku klasiklerine meydan okuyan 'Altıncı His', beyazperdenin altın çağını yaşadığı 2000'lerin başına damga vuran yeni bir psikolojik-gerilim denemesi olarak karşımıza çıkıyor.

Şimdilerde hafıza kaybı problemleriyle uğraşan ve bu yüzden de oyunculuğa ara vermek zorunda kalan Bruce Willis'in başrolü sırtladığı filmin yönetmeni Hint asıllı Night Shyamalan. 

Özel efektlerin olmadığı, abartılı seslerin kullanılmadığı, şiddet ve kan gibi klişelere girmeyip üslubunu sade ve dengeli bir şekilde kameraya yansıtıldığı film, altı dalda Oscar'a aday gösterildi.

Küçük Cole'un çevresinde ölü gezen insanlar görmesi üzerine ailesi onu çocuk psikoloğu doktor Malcom Crowe'la tanıştırır. Doktor Crowe, küçük çocuğun, 'ölmüş ama huzur bulamamış kişilerin etrafında dolaştığı' söylemlerine çareler ararken, dikkatli izleyiciler 'herkesçe sözü edilen' büyük sürprizi finale yakın hemen fark edeceklerdir.

Büyük ustadan veda busesi

 Büyük usta Alfred Hitchcock'un 54. ve son yapımı olarak hafızalara kazınan 'Aile Komplosu' (Family Plot), Victor Canning'in 'The Rainbird Pattern' kitabından sinemaya uyarlanan bir film.

Filmin başroldeki kadın karakteri olan Julia Rainbird, yıllar önce ölen kardeşinin evlilik dışı bir ilişkiden olan ve evlatlık verilen çocuğunu bulmak ister. Masal arketipinden yola çıkarak karakterimiz, kayıp oğlanı bulmak için bir medyuma gider. Sahte medyumun kayıp çocukla ilgili ipucularını takip ederek bu üçlünün yaşadıklarına odaklanan film klişeleri barındırsa da usta yönetmenin son filmi olması bakımından tarihsel olarak büyük anlam ifade ediyor.

Büyük ustanın veda busesi hatırına izlenmeli.

9 Ağustos 2022 Salı

Sürreal bir baş yapıt: Koş Lola Koş

1990'lı yıllara göre kıyasladığımızda alışılmışın dışındaki kurgusu, etkili ve dikkat çekici senaryosu, özgün üslubu ile dikkat çeken 'Koş Lola Koş', baş kadın karakterimiz olan Lola'nın evindeki telefonun çalmasıyla başlıyor ilk sekans. Arayan kişi, suça bulaşmış ve paraya ihtiyacı olan sevgilisi 'Mani'dir. Lola'nı sevdiceğinin ihtiyacı olan parayı 20 dakika içinde bulması gerekmektedir.

Sinema evreninde kendi sürreal dilini yaratmayı başaran film, Lola'nın hiç durmadan dakikalarca koşması ve aynı olayı yaşadığını fark etmesiyle epey keyifli hale de geliyor. Uyanık karakterlerimiz hayatta kalma becerelerini olağanüstü düzeyde kullanarak üçüncü denemelerinde başlarının çaresine bakabilecek kadar sorunlarını çözmeyi başarıyorlar.

 Yönetmenliğini Tom Tykwer'ın üstlendiği film, içtimai hayattaki küçücük değişimlerin insanlar üzerindeki etkilerini anlatma derdinde. Sıradanlıkları sevmeyenlerin filmi. Yakın durmanızı tavsiye ederim.

Fransa'dan ne çıksa izlersin; Rendez-vous (1985)

Fransız yeni dalgasının post modern temsilcilerinden Andre Techine'e 1985 Cannes Film Festivali'nde 'en iyi yönetmen' ödülünü kazandıran 'Randevu', Juliett Binoche ile Lambert Wilson'ı bir araya getiriyor. Başarılı performansı sayesinde Polonyalı yönetmen Krzysztof Kiesowski'nin de dikkatini bu filmle çekmeyi başaran Juliett Binoche, rolüyle erotik dram türündeki filme damgasını vuruyor.

'Ne kadar çok insan o kadar çok çelişki' mottosuna sadık bir şekilde filmde, bireyler arasındaki duygu ve karmaşıklığı dile getiren Andre Techine, öyküsünü tutkulu bir şekilde anlatmayı da başarıyor.

Fransız sinemasının en ilginç stilistlerinden gösterilen yönetmenin bu ustalık eseri filmi, sinema tutkunlarınca kaçırılmamalı.

11 Temmuz 2022 Pazartesi

Ben sana vurgunum

Birçok duyguyu kusursuz üslubuyla anlatmayı tercih eden ikonik yönetmen Ryusuke Hamaguchi'nin narin, hassas, ölçülü dokunuşlarıyla ilmek ilmek işlediği bir film Drive My Car.

Sıradan olanın, 'bir kayıp ve bağışlanma' temelinin üzerinden anlatıldığı film, nefes kesici şiirsel anlatımıyla diyaloglar arasında özgün metinleri ilmek ilmek işliyor.

2 saat 57 dakikalık süresi uzun gibi gözükse de gerek oyuncuların güçlü performansı gerek edebi dilin akıcı bir şekilde filme yansıtılıp anlaşılabilir diyalogları sayesinde uzun süresi uçup gidiyor. 

27 Haziran 2022 Pazartesi

Zannetme sana dargınım

Çok az film kültürel bir anı olarak hafızalarımızda kalır. İngiliz sömürge yönetimi Hong Hong'unun son günlerinde geçen, stilize görselliği, şiirsel anlatımıyla 2 farklı hikâye anlatıyor bize dahi yönetmen Wong Kar-Wai.

Uyumlu müzikal ve görsel kombinasyonu, neo noir melankolik anlatımıyla destekleyen iki filmden hangisini daha çok sevdiğinize karar vermekte zorlanacaksınız.

23 Haziran 2022 Perşembe

Yakınından ve uzağından


Akıldan çıkmayacak siyah beyaz sinematografisi, estetik kaygı unsurunu ön plana çıkararak klasik Avrupa sineması ögelerini barından film, İkinci Dünya Savaşı'nın Avrupa'ya getirdiği huzursuzluk hissini ve bu kargaşa ortamında bile sevginin nasıl bir yol bulabileceğini anlatıyor. 

Filmin her bir sekansını, pitoresk tablo titizliğinde kameraya yansıtan Pawel Pawlikowski, komünizmin Avrupa'ya yayıldığı bir dönemde müzik ve aşk yolculuğunu vaat ediyor. Ayrıca 1950'ler Polonyası'nın  Krzysztof Kieslowski filmlerinden bile daha kasvetli yansıtıldığını söylemek mümkün.

Rembrandt tablolarının özenle kameraya yansıtılması olarak özetleyebileceğim film, müzikleriyle de izleyecinin kalbinde huzur bırakacak türden.

22 Haziran 2022 Çarşamba

Temmuz


Yaz mevsimi tadında, tesadüflerin hüküm sürdüğü bir evrende geçen im juli, içinde barındırdığı en kötü karakterlerden bile derinlenmesine sevgi çıkarabilip, romantik nezaket tadında bir sinema evreni vaat ediyor.

Fatih Akın'ın zihninden geçenleri hiperaktif bir şekilde aktardığı filmi, sinematografisi, düşmeyen temposu, Türk-Alman-Doğu Avrupa klişelerini, ön yargılarını sempatik ve sevgi dolu karikatürize anlatımıyla, izleyeciye 'iyi hissettiren' ve bu kelimelendirmeyi de sonuna kadar hak eden romantik film kategorisinde değerlendirebiliriz.

8 Haziran 2022 Çarşamba

Geziyoruz, seviyoruz

Dışarıda güzel bir yaz yağmuru. Açık pencereden içeriye dolan çinko ağırlığında deniz kokusu. Yağmur damlalarının panjura çarparken çıkardığı hoş sesler. 

Uzun, sıkıntılığı soğuk kış mevsiminden sonra başlayan sıcaklara karşı ferahlatıcı bu yağmur. 

Geçiyor mu be?

7 Haziran 2022 Salı

Arada Bir

 

Geçmişi özleyip özlemediğini sorsam sana, 'özlemek' konusunda hem fikir olursun benimle değil mi? 

Zihnimiz yaşımız ilerledikçe geriye doğru hareket etmek istemiyor mu hep? Biraz da o yüzden geçmişi özlüyoruz, geçmiş hep bize güzel ve iyi geliyor. Biriktirdiğimiz anılar geleceğin vaat ettiği ya da içinde bulunduğumuz 'anın' güzelliğini karşılamıyor.

Unutma, yaptığımız en büyük hata, sevilmek için sevmeye çalışmamızdır. Oysa karşılıksız sevginin ne olduğunu sokakta yürürken herhangi bir hayvanın başını okşayarak anlayabilirsin.

21 Nisan 2022 Perşembe

Yalan Tanrılar

Ölmekte olduğunun bütün canlılığıyla farkında olmak ne menem bir duygudur. Aşırı hassas bir yalnızlık içerisinde kıvranırken ruhumu, cehennemi ortamda özüne itina ile ihanet eden biriymiş gibi gibi bıraktığımı hissediyorum.

Tüm edindiğimiz tecrübeler biraz uğursuzlukları da barındırır. Önümüzü kapatan perdeleri kaldırdığımızda aklımızın köşesinde geriye, yalnızca sonsuz bir uçurumun dibinde olduğumuzu anlamak kalır. Ağlamak artık imkansızdır.

Boğucu sıkıntılarından kurtulmak için ne yapmalı insan? Yalnızlık, insanın kendisine karşı tahammül edebilmesiymiş biraz da. Tek olmaktan gurur duyan insan zihni bir süre sonra tahayyülünde biriktirdikleriyle iyi münasebetler de kurabiliyor. 

Üzüntülü ya da bunaltılı geçen anlarımı boş gördüğüm bir a4 kağıdına not etmeyi seviyorum. Terapi gibi geliyor bana, yazdıkça, kendimi anlattıkça ruhumun içerdiği ürpertileri atabiliyorum içimden.

Tanrı'yı bizim ona eklediğimiz sıfatlarla yaşatırız. Melankoli, kozmik bir boşluktur, tehlikelidir. İnsan bedenini, ruhunu ele geçirmek için pusuda bekler, karakterin en ufak bir zaafiyetinde zehrini zerk eder. Saf anksiyetenin bir nedeni de budur.

Ne yapmak gerek. Hoşçakal kadar!

Antoloji

İnsan içgüdülerinin esiridir. Bilinçli biri, doğru ve sürdürülebilir bir aşkın sonsuza kadar olmadığını sürmeyeceği gerçeğini de bilir.

Her ilişki özünde büyük ve yıkıcı unsurları da beraberinde taşır. Güzel başlayan, hüzünle devam eden ve yıkıcı sonuçlara neden olan kendi içinde özgün ilişkiler, modern çağdaş arketipler.

Çok zor geçiyor günler, yüzmek, güneşe bakmak bile iyi hissettirmiyor artık. 

"Belki duyarsın diye"

7 Mart 2022 Pazartesi

Tarihi belli, 15 Eylül 66


Nerede tükettin ömrünü? Ne içtin, yedin. Bomboş sokaklarda ellerin ceplerinde gezinden de n'oldu? Akşamüzeri sokak lambalarının loş ışığını sevmez miydin sen de? Rüzgar, yüzüme doğru esen sert poyrazdan nefret ediyorum ben de.

Kökeninde aldatıcı ya da yıkıma mahkum olmayan hiçbir ilişki yoktur, biliyorsun. Son zamanlarda 'yeni' diyebileceğim hiçbir şey görmedim. Cioran'dan emeklice bir hayat yaşıyorum. İz bırakmadan kayıp giden rüyalarımdan uyanınca hiçbir şey hatırlamamak çok kötü.

Hamlet romanları karakterlerinde görülen, ikirciklik ruhsal bunalımdan hallice günlere eşlik eden soğuk havalardan da sıkıldım. Cennetin yeniden yaratılmayacağını biliyorum ama ben her zaman Dante'nin Cehennemi'ni sevdim. 

Güzel bir kahve içip gündelik işlerimi yazmaya koyulduğumda yan masadakilerin 'ilkeli despotizmi' savunduklarını işittim. İrkildim. Olgunlaşmamış siyasetçilerin en sevdiği şeydir bu 'totaliterlik', 'despotizm' kavramları. Sanırım kendileri de 'ekmeklerinin peşinde' olan 'çürümüş siyasetçilerden'di.

Neyse konumuz bu değil. Eve doğru yürümeye başladığımda denizden usul usul geçen Atlantik gemisinin nereye gidebileceğini düşündüm. Kendimi içindeki denizciler kadar uzak hissettim bulunduğum yere karşı.

31 Ocak 2022 Pazartesi

Yerleşik tüm değer ve inançları unutun: Titane


Julia Ducournau'yu yıllar önce bu blog okurları öğrenmişti. Kendini Fransız yeni dönem sinemasının yetiştirdiği en önemli isimlerden biri.  Provokatif olmayı seviyor. Aile, cinsiyet gibi kavramları da sil baştan değerlendirip, izleyici de belirli sorgulamalara sebep olmak da istiyor.

Raw filminden sonra ikinci uzun metrajlı filmi olan Titane, gerçekçilikten tuhafa uzanan grotesk bir hikâyeye sahip. Olağan temaları olağanüstü şekilde resmetmeyi tercih ettiği gibi travma gibi tetikleyici tutumları da seyircinin gözüne sokma çabasında. Bu bakımdan bile aslında özel bir yere sahip olması gerektiğini düşünüyorum filmin.

Filme, kuir okumadan bakarsak da bedensel korku ve trans deneyimine demir atmış bir yapıtla karşılaşıyoruz. Film cinsellik, sevgi ve aşkla ilgili her türlü yerleşik algıya meydan okuyarak, sınırları epey aşıyor. İtfaiyeci ile baba-oğul olarak başlayan ilişki, zamanla her ikisinin de vücutlarının birbirlerine mahkum hale gelmesiyle birbirlerine kesin ihtiyaç duymalarına evriliyor. Her iki karakter de biraz da olsa huzur buluyor bu durumdan.

Ayrıca baş karakterimiz, ihtiyaç duyduğu 'baba sevgisi'yle yeniden sosyal hayata kazandırılıyor. (Bir başkası tarafından iyileştirilen travma, sevgi yoluyla yeniden sosyalleştirilen bir suçlu) Bana kalırsa ikili arasındaki en önemli ilişki buydu.

18 Ocak 2022 Salı

De Niro Mehmet

Acemilik birliğine Horasan'a teslim olmaya giden kültür bekçisi Mehmet'in, 1972 senesinde evinin önünde çektirdiği bir fotoğrafa bakıyoruz. 1.5 yılını silahlı kuvvetlere adamaya hazırlanan bu adamın tek endişesi, harp okulu mezunu bir yüzbaşının emir erliğini yapamamak. 

Erzurum soğuk, -32 derecede tutulacak nöbetlere hazır olması için bol bol tavuk döner dürüm ayran yiyor Mehmet, yağlansın da üşümesin diye.  

"Baba yatar, şafak atar" diye kim bilir kaç gece ense kirletecek koğuşta Mehmet. Peygamber Ocağı burası ona göre, haddini bil.

Sayılı günler de çabuk geçmiyor Mehmet bunu da hatırından çıkarma.

10 Ocak 2022 Pazartesi

Soğuk Savaş esintileri: Werk Ohne Autor

Soğuk Savaş olarak adlandırılan yıllar, tuhaf duygulanımların yaşandığı bir dönem bana göre. 

Dönem boyunca Berlin, toplumsal düzensizliğin, sınıfsal ayrımın bulanıklaştığı, toplumsal ayrışmanın odak noktasıydı. Bu bunalımlı ortamı kıracak şey de sanat ve yükselen potansiyel taşıyan yeni Alman kuşağıydı. 

İki kutuplu dünyanın merkezi konumunda olan Berlin aynı zamanda da Soğuk Savaş temalı sanatın da vazgeçilmez unsurlarından oldu. 

Yönetmen olduğu kadar iyi bir Soğuk Savaş dönemi Berlin'in araştırmacısı olan Florian Henckel von Donnersmarck'ın Werk Ohne Autor'u, kutuplaşma iklimi ile dönemin entelektüellerinin Almanya'nın gelişimini özgür/bağımsız bir sanat anlayışında olduğunu anlatması bakımından da yalnızca bir sinema değil aynı zamanda döneme 'Soğuk Temas' eden bir belgesel niteliği de taşıyor.

Doğu'nun 'kutuplaşmış düşünme tarzı' ile Batı'nın 'keskin farklılığı'nı göz önüne getiren Donnersmarck, yeni nesnellik kurgusu üzerinden Alman postmodernist ressam Gerhard Richter'ın hayatından esinle, Kurt Barnett karakterinin kendini ve sanatını keşfetmesini 3 saatlik bir epik esere sığdırmayı başarıyor. 

Film, iç içe geçmiş iki paralel anlatıdan oluşuyor. Birincisinde travmatik bir çocukluk geçiren Kurt Barnett, henüz 6 yaşındayken 'kusurlu' olduğu için onu sanat galerisiyle tanıştıran teyzesini gaz odasında kaybeder ve bu olay onu oldukça etkiler.  Diğer anlatı da başarılı bir jinekolog olan Profesör Carl Seeband’ın hayatını izliyoruz. Seeband, Nazi ideolojisine bağlı, Birinci Dünya Savaşı sonrasında politik ve ekonomik karmaşalar yüzünden kendine Hitler'i çıkış yolu gören tipik bir Alman ve aynı zamanda down sendromlu, engelli ve 'soyu kirli' olanları 'kısırlaştırıp' onların yaşayıp-yaşamayacağına karar veren bir doktor. 

Nazi ideolojisinin toplum mühendisliğini sırtlayan, kan ve çelikten beslenen ideolojiye yaranmak isteyen Seeband, savaştan sonra da bir o kadar pragmatist tutumla Sovyetlere ve akabinde Batı Berlin'e geçerek hayatı boyunca rahat bir yaşam sürüyor.  Ancak peşini bırakmayacak bir konu da hep olacak ve Kurt Bannet'la da bir şekilde (zorlayıcı olsa da) bir araya gelecek.