Er James Ryan'ı arıyoruz.
- Yüzbaşı, amacımız bu mu?
Amacımız savaşı kazanmak...
-Peki bunun kazanmakla ne ilgisi var...
31 Temmuz 2017 Pazartesi
29 Temmuz 2017 Cumartesi
Heinz Guderian'ın 'cephesi'nden II. Dünya Savaşı
Erich von Manstein ile 'Tank ustası' Heinz Guderian 'Barbarossa Harekâtı' üzerine çalışıyor.
Guderian'ın emir subayı da (fotoğrafta Guderian'ın arkasında) komutanların söylediklerini not alıyor.
Doğu Cephesi - Haziran 1941
****
Heinz Guderian, Müttefik güçlere karşı Batı Cephesi'nin nasıl savunulması gerektiğini Hitler'a anlatıyor. Luftwaffe Pilotu Orgeneral Günther Korten'in (Göring'in arkasında) içi sıkıntılı. Hemen yanında Allgemeine SS Obergruppenführer (SS Üst Grup Önderi) Hans Georg Otto Hermann Fegelein. Fegelein'in üzerinde sadece SS'lere 'has' bir rahatlık var. Ayrıca Hitler'in de 'yakışıklı' namıyla SS'ler arasında nam salmış kayınbiraderi. (Fegelein'ın özel hayatı gerçekten çok renkli. Onunla ilgili de bir yazı hazırlıyorum. kısa zamanda sizlere sunacağım)
Luftwaffe Hava Kuvvetleri Komutanı Herman Göring ise son derece rahat. Masaya yaslanmış, her zaman 'küçümsediği' Alman Kara Kuvvetleri'nin 'kıymetli' kurmaylarının verdiği bilgileri 'üst kulakt'tan daha doğru bir tanımla 'lakaytça' dinliyor.
Batı Cephesi - Ekim 1944
****
Guderian Britanya'nın ne popüler dergisi TIME'ın 7 Ağustos 1944'teki kapağında.
Guderian, Britanya Basını'nın Mareşal Erwin Rommel ile birlikte en çok çekindiği komutanlardandı.
****
Ordudan Generaloberst rütbesiyle emekli olduktan sonra Guderian anılarını yazıyor. 1952 - Münih
Generaloberst: Prusya ekolünden gelen ordularda Orgeneral ile Mareşal arasındaki rütbe. Wermacht'da 37, Luftwaffe'de 12, Schutzstaffel'da (SS) 4, Generaloberst rütbesinde komutan bulunmaktaydı.
Guderian'ın emir subayı da (fotoğrafta Guderian'ın arkasında) komutanların söylediklerini not alıyor.
Doğu Cephesi - Haziran 1941
****
Heinz Guderian, Müttefik güçlere karşı Batı Cephesi'nin nasıl savunulması gerektiğini Hitler'a anlatıyor. Luftwaffe Pilotu Orgeneral Günther Korten'in (Göring'in arkasında) içi sıkıntılı. Hemen yanında Allgemeine SS Obergruppenführer (SS Üst Grup Önderi) Hans Georg Otto Hermann Fegelein. Fegelein'in üzerinde sadece SS'lere 'has' bir rahatlık var. Ayrıca Hitler'in de 'yakışıklı' namıyla SS'ler arasında nam salmış kayınbiraderi. (Fegelein'ın özel hayatı gerçekten çok renkli. Onunla ilgili de bir yazı hazırlıyorum. kısa zamanda sizlere sunacağım)
Luftwaffe Hava Kuvvetleri Komutanı Herman Göring ise son derece rahat. Masaya yaslanmış, her zaman 'küçümsediği' Alman Kara Kuvvetleri'nin 'kıymetli' kurmaylarının verdiği bilgileri 'üst kulakt'tan daha doğru bir tanımla 'lakaytça' dinliyor.
Batı Cephesi - Ekim 1944
****
Guderian Britanya'nın ne popüler dergisi TIME'ın 7 Ağustos 1944'teki kapağında.
Guderian, Britanya Basını'nın Mareşal Erwin Rommel ile birlikte en çok çekindiği komutanlardandı.
****
Ordudan Generaloberst rütbesiyle emekli olduktan sonra Guderian anılarını yazıyor. 1952 - Münih
Generaloberst: Prusya ekolünden gelen ordularda Orgeneral ile Mareşal arasındaki rütbe. Wermacht'da 37, Luftwaffe'de 12, Schutzstaffel'da (SS) 4, Generaloberst rütbesinde komutan bulunmaktaydı.
28 Temmuz 2017 Cuma
Seven Samurai
Akira Kurosawa
Japonya'nın 'usta' yönetmeni ve onun 'ustalık eseri' Seven Samurai
1945 yılında savaştan sonra Japonya ekonomik olarak çöküntünün eşiğindeydi. Ülke savaş tazminatları, ambargolar ve iki atom bombasının getirdiği felaketin yaralarını sarmakla uğraşıyordu.
Savaştan sonra Japonya'da eğitim başta olmak üzere her alanda 'devrim'sel uygulamalara gidildi. Bunun bir ayağı da sinemaydı.
Kültür Bakanlığı'nca Japonya sineması 1950'den itibaren destek görmeye başladı. Bunun en belirgin örneği de Akira Kurosawa'nın 1950 ile 1970 arası döneme tam tamına 15 film birden sığdırması oldu. Kurosawa dışında aynı dönem Japon sineması da en üretken dönemini yaşıyordu ancak içlerinden tek bir yönetmen, Kurusawa dünya sinemasını etkileyecekti. (Öyleki Sergio Leone 'Dolar üçlemesi' filminin senaryosunu ustanın 'Yojimbo' filminden esinlenerek yazmıştır. )
Kurosawa'nın, 'Samuray Kültürü'ne 'selam' durduğu 'Seven Samurai' filmi klasik bir Ortaçağ hikâyesidir.
1960'ların ABD sinemasını da etkileyecek olan 'tek kahraman' figürü, ustanın akıl dolu eseridir. ( Filmin anlatısı, Korumasız köylüleri savunmak amacıyla köyün bilgesi tarafından 'Yedi Samuray'ı koruması için görevlendirilen eski bir samuray Kikuchiyo üzerinden şekilleniyor)
Seven Samurai ile Kurosawa izleyeciye 3 saatlik destansı bir anlatım sunuyor.
Bazı filmleri tıpkı kitaplar gibi dönüp dönüp izlemek gerekiyor. Seven Samurai'da bu filmlerden...
Japonya'nın 'usta' yönetmeni ve onun 'ustalık eseri' Seven Samurai
1945 yılında savaştan sonra Japonya ekonomik olarak çöküntünün eşiğindeydi. Ülke savaş tazminatları, ambargolar ve iki atom bombasının getirdiği felaketin yaralarını sarmakla uğraşıyordu.
Savaştan sonra Japonya'da eğitim başta olmak üzere her alanda 'devrim'sel uygulamalara gidildi. Bunun bir ayağı da sinemaydı.
Kültür Bakanlığı'nca Japonya sineması 1950'den itibaren destek görmeye başladı. Bunun en belirgin örneği de Akira Kurosawa'nın 1950 ile 1970 arası döneme tam tamına 15 film birden sığdırması oldu. Kurosawa dışında aynı dönem Japon sineması da en üretken dönemini yaşıyordu ancak içlerinden tek bir yönetmen, Kurusawa dünya sinemasını etkileyecekti. (Öyleki Sergio Leone 'Dolar üçlemesi' filminin senaryosunu ustanın 'Yojimbo' filminden esinlenerek yazmıştır. )
Kurosawa'nın, 'Samuray Kültürü'ne 'selam' durduğu 'Seven Samurai' filmi klasik bir Ortaçağ hikâyesidir.
1960'ların ABD sinemasını da etkileyecek olan 'tek kahraman' figürü, ustanın akıl dolu eseridir. ( Filmin anlatısı, Korumasız köylüleri savunmak amacıyla köyün bilgesi tarafından 'Yedi Samuray'ı koruması için görevlendirilen eski bir samuray Kikuchiyo üzerinden şekilleniyor)
Seven Samurai ile Kurosawa izleyeciye 3 saatlik destansı bir anlatım sunuyor.
Bazı filmleri tıpkı kitaplar gibi dönüp dönüp izlemek gerekiyor. Seven Samurai'da bu filmlerden...
27 Temmuz 2017 Perşembe
Harp Sanatı üzerine
Üstün Alman teknolojisi; MG 42
MG- 42 - Alman Makineli Tüfeği
Birçok Harp Tarihçisi'ne göre 'türü'nün en iyisi. Dakikada 1.200 mermi atabilme gücüne sahip. Hatta namlusundaki esneklik sayesinde atış gücü dakikada 1.800 mermiye kadar çıkabiliyor. Müttefiklerin deyimiyle 'Hitler Vızıltı Tezgâhı veya Hitler Testeresi'. Almanların deyimiyle 'Maschinengewehr 42'
MG 42'ler Doğu Cephesi'nde sıkışmış Wermacht'ın ilerlemesinin kolaylaşması ve müstahkem mevkilerin daha kolay korunabilmesi amacıyla 1942 yılında geliştirilmişti. 42 senesinden bianen de ismi Maschinengewehr kısaca MG-42 olarak belirlendi.
MG-42 militarların o döneme kadar gördüğü en iyi otomatik silahtı. MG-42 ilk olarak Sovyetlere karşı Doğu Cephesi'nde kullanıldı. Sovyetler de silahla ilk kez Stalingrad'taki şehir savaşlarında tanıştılar. Ölüm kusan bu silaha Sovyetler "Yarıcı/delici" adını taktılar.
Wermacht neden MG-42'ye ihtiyaç duydu?
1 Eylül 1939 itibariyle Almanların elinde katı ve yüksek bir atış gücüne sahip MG-34 makineli tüfekleri vardı. Ancak MG-34'ün üretimi hem pahalı hem de uzundu. 1941 Haziranı'nda başlatılan Barbarossa Harekâtı ile cephe genişlemiş, daha çok silaha ve cephaneye ihtiyaç duyulmuştu. MG-34'lerin kaybı durumunda yerine yenilerin konması zaman alıyordu. Ayrıca Rusya'nın uçsuz bucaksız çorak topraklarındaki tozlar MG-34'lerin atış mekanizmalarını da bozuyordu.
Bu yüzden Doğu Cephesi'nde artan silah ihtiyacını karşılamak için 1941 yılında yeni bir makineli tüfek yapımının başlanmasına karar verildi.
Silahın tasarımı ve üretimi 1874 yılında Prusya ordusunun silah ihtiyacını karşılamak amacıyla Paul von Mauser tarafından kurulan Mauser firmasınca gerçekleştirildi.
Tasarımı gerçekleştiren Alman Mühendis Grunow von der J.Grossfuss'tu. ( Wermacht'ın 1935 yılında envanterine dahil ettiği ve savaş süresince Alman piyadelerinin ana silahı olan Kar 98K'yı da Mauser firması üretmiştir.)
Savaş süresince Alman ordusu 400 bin adetten fazla MG-42 üretti.
MG-42'nin teknik özellikleri
MG-42'nin ağırlığı 11 kilogram kadardı. MG-42'nin bir ekibi 6 askerden oluşuyordu. Bir Teğmen, bir topçu, silahın tripodunu taşıyan bir asker ve yedek varil, ilave mühimmat ile araçları taşıyan üç ek asker. Silah 1.000 metreye kadar etkili menzile sahipti.
MG-42'nin Müttefik ve Sovyet askerleri üzerindeki en yıkıcı tesiri, askerlerin psikolojilerini bozmasıydı. MG-42'nin sert ve tok sesini duyan askerler mermilerin nereden geldiğini dahi göremeden vuruluyorlardı. Amerikan ordusu askerlerin MG-42 korkusunu yenebilmesi ve onlara moralini artırmak amacıyla eğitim filmi dahi hazırladı.
MG-42 silah üretiminde bir dönüm noktası olarak kabul edildi. Ayrıca, metal kesme teknolojisinde üretilen ilk silahtı.
Silahlanma Bakanı Albert Speer, 1943 yılında 5 silah fabrikasına sadece MG-42 üretilmesi yönünde emir vermişti.
Almanlar neden makineli tüfeklerin üretimine geç başlamışlardı?
1919'daki Versailles (Versay) anlaşması Almanya'nın silahlanmasını yasaklıyordu. Almanya'nın silah fabrikalarına da kilit vurulmuştu. Weimar Cumhuriyeti, İtilaf Devletleri'nin dayatmalarını kabul etmişti.
1933 itibariyle devletin başına gelerek III. Reich'ı kuran Hitler, Weimar Cumhuriyeti'nce kabul edilen tüm anlaşmaları iptal etmişti. Versay'ın da iptaliyle Almanya 1935 ila 1938 yılları arasında 'Avrupa'nın Fethi' için hazırlıklara girişmişti. Silahlı Kuvvetler önderliğinde Almanya yerin altında silah ve zırh üretmeye başlamıştı.
MG-34'lerin de ilk üretimi bu yıllara tekabül etmiştir.
Günümüzde birçok ordu tarafından kullanılan ABD menşeili M60'lar da MG-42'ler örnek alınarak üretilmiştir.
Birincil Kaynakça:
James H. Willbanks - Machine Guns: An Illustrated History of Their Impact (Weapons and Warfare) Kitaba erişmek için tıklayın
Birçok Harp Tarihçisi'ne göre 'türü'nün en iyisi. Dakikada 1.200 mermi atabilme gücüne sahip. Hatta namlusundaki esneklik sayesinde atış gücü dakikada 1.800 mermiye kadar çıkabiliyor. Müttefiklerin deyimiyle 'Hitler Vızıltı Tezgâhı veya Hitler Testeresi'. Almanların deyimiyle 'Maschinengewehr 42'
MG 42'ler Doğu Cephesi'nde sıkışmış Wermacht'ın ilerlemesinin kolaylaşması ve müstahkem mevkilerin daha kolay korunabilmesi amacıyla 1942 yılında geliştirilmişti. 42 senesinden bianen de ismi Maschinengewehr kısaca MG-42 olarak belirlendi.
Doğu Cephesi'nde MG-42yi sırtlamış bir Alman askeri (Stalingrad 1942) |
Wermacht neden MG-42'ye ihtiyaç duydu?
1 Eylül 1939 itibariyle Almanların elinde katı ve yüksek bir atış gücüne sahip MG-34 makineli tüfekleri vardı. Ancak MG-34'ün üretimi hem pahalı hem de uzundu. 1941 Haziranı'nda başlatılan Barbarossa Harekâtı ile cephe genişlemiş, daha çok silaha ve cephaneye ihtiyaç duyulmuştu. MG-34'lerin kaybı durumunda yerine yenilerin konması zaman alıyordu. Ayrıca Rusya'nın uçsuz bucaksız çorak topraklarındaki tozlar MG-34'lerin atış mekanizmalarını da bozuyordu.
Bu yüzden Doğu Cephesi'nde artan silah ihtiyacını karşılamak için 1941 yılında yeni bir makineli tüfek yapımının başlanmasına karar verildi.
Müttefiklerce ele geçirilen MG-42 (Nisan 1944) |
MG-42'ler kesilmiş metal teknolojisinin kullanıldığı ilk silah düzeneğiydi |
MG-42 en hızlı üretilen tam otomatik makineli tüfekti |
MG-42'nin teknik özellikleri
MG-42'nin ağırlığı 11 kilogram kadardı. MG-42'nin bir ekibi 6 askerden oluşuyordu. Bir Teğmen, bir topçu, silahın tripodunu taşıyan bir asker ve yedek varil, ilave mühimmat ile araçları taşıyan üç ek asker. Silah 1.000 metreye kadar etkili menzile sahipti.
MG-42'nin tüm parçalarının birleştirilmesiyle oluşan son hâli |
MG-42 silah üretiminde bir dönüm noktası olarak kabul edildi. Ayrıca, metal kesme teknolojisinde üretilen ilk silahtı.
Silahlanma Bakanı Albert Speer, 1943 yılında 5 silah fabrikasına sadece MG-42 üretilmesi yönünde emir vermişti.
Almanlar neden makineli tüfeklerin üretimine geç başlamışlardı?
1919'daki Versailles (Versay) anlaşması Almanya'nın silahlanmasını yasaklıyordu. Almanya'nın silah fabrikalarına da kilit vurulmuştu. Weimar Cumhuriyeti, İtilaf Devletleri'nin dayatmalarını kabul etmişti.
Pratik kullanım; MG-42 |
MG-42'nin hafifletişmiş Fallschirmjäger 42 hâlini kullanan bir Alman askeri (Batı Cephesi / Caen 1944) |
Günümüzde birçok ordu tarafından kullanılan ABD menşeili M60'lar da MG-42'ler örnek alınarak üretilmiştir.
Birincil Kaynakça:
James H. Willbanks - Machine Guns: An Illustrated History of Their Impact (Weapons and Warfare) Kitaba erişmek için tıklayın
26 Temmuz 2017 Çarşamba
Ozark
Spoiler yoktur
Hep Harp Tarihi yazacak değiliz. Popüler konulara da bizim radarımızda. O halde başlayalım;
Ozark.
Netflix'in orjinal dizisi. Fazlasıyla Breaking Bad havası yok değil.
Dizi kendini bir şekilde yedirmeyi başarıyor. Hiçbir beklenti altında kalmadan izlendiğinden tadından yenmeyecek bir proje.
Ozark'ın olayları hızlı anlatmak gibi bir derdi yok. Konu ağır ilerliyor. Olaylar yavaş gelişiyor.
Konudan bahsetmek için "Amerikan iş ahlâkının üç ana ekseni olan sabır, tutumluluk ve fedakârlık kavramlarında ne kadar başarılı olduğunuzu gösteren bir ölçü birimidir para" sözleri yeterli olacaktır.
Jason Bateman'ın oyunculuğunun hayâl kırıklığı olduğunu belirterek haftanın önerisinin Ozark olduğunu söyleyelim.
Şimdiden keyifli seyirler...
Konuyu fragmandan çıkarabilecek o güzel insanlar için video aşağıda;
Hep Harp Tarihi yazacak değiliz. Popüler konulara da bizim radarımızda. O halde başlayalım;
Ozark.
Netflix'in orjinal dizisi. Fazlasıyla Breaking Bad havası yok değil.
Dizi kendini bir şekilde yedirmeyi başarıyor. Hiçbir beklenti altında kalmadan izlendiğinden tadından yenmeyecek bir proje.
Ozark'ın olayları hızlı anlatmak gibi bir derdi yok. Konu ağır ilerliyor. Olaylar yavaş gelişiyor.
Konudan bahsetmek için "Amerikan iş ahlâkının üç ana ekseni olan sabır, tutumluluk ve fedakârlık kavramlarında ne kadar başarılı olduğunuzu gösteren bir ölçü birimidir para" sözleri yeterli olacaktır.
Jason Bateman'ın oyunculuğunun hayâl kırıklığı olduğunu belirterek haftanın önerisinin Ozark olduğunu söyleyelim.
Şimdiden keyifli seyirler...
Konuyu fragmandan çıkarabilecek o güzel insanlar için video aşağıda;
25 Temmuz 2017 Salı
Luftwaffe'de bilinen tek darbeci havacı subay; Caesar von Hofacker (İkinci Kısım)
Caesar von Hofacker'ın Almanya tarihinde önemli bir kişilik olmasının en büyük nedeni '20 Temmuz Suikastı'nda aktif olarak rol almasıdır. Suikast girişiminin ayrıntılarını anlatmadan önce 1941 ila 1943 yılları arasında Almanya'nın savaştığı cephelerdeki durumuna bakmamız gerekiyor.
1941 yılında Doğu Cephesi'nde Sovyetlerin işgali amacıyla başlatılan ve o döneme kadarki en büyük kara harekâtı olan Barbaross Harekâtı'nın planlayan Alman Generalleri, operasyonun 1942 Aralık ayına kadar 'zafer'le sonuçlanacağını düşünüyordu. Ancak Sovyetler'in direnişi ve Adolf Hitler'in birlikleri bölerek Ukrayna ve Kırım'a yönlendirmesi nedeniyle kaybedilen 1 aylık süreç zarfında Ruslar toparlanabilme fırsatı bulmuşlardı.
Hitler'in kurmaylarını dinlemeyerek orduyu üç kola bölmesi ve ağırlık olarak Odessa, Ukrayna ve Kırım tarafındaki enerji kaynaklarına yöneltmesi Alman ordusuna 2 ay gibi kritik bir zaman kaybı yaşatmıştı.
Eylül 1942'ye gelindiğinde Alman ordusunun hızı da kesilmişti. Ruslar topraklarını ev ev, mahalle mahalle savunuyorladı.
Kasım 1942'de iyice şiddetini artıran yağmurlar ile Alman Zırhlı Birlikleri çamura gömüldü (Heinz Guderian bu an için 'Üstün Alman teknolojisinin durduğu ilk andı' yorumunda bulunmuştu) ve ilerleyemez konuma geldi. 1941 Aralık, 1942 Ocak ayında kışın çok sert geçmesi sonucu da Almanlar Doğu Cephesi'nde ilerleme katedemediler.
Moskova'ya 128 kilometre kadar yaklaşan Almanlar, 1942 kışının rahat geçirebilmek için 'güvenli hatlar' olan Ukrayna sınırları çizgisine çekilmek istediler. Ancak Berlin, kat'i surette cephedeki generallerin teklifini reddetti.
Adolf Hitler Ocak 1942'de gönderdiği bir yazıyla, Alman askerlerinin bağlı oldukları hatta çakılı kalmalarını ve hatlarını son askere kadar savunmalarını emretti.
1942'nin Ocak ayı Kızıl Ordu'nun şiddetli taaruzlarıyla geçti. Ancak ne Ruslar ilerleme katedebildi ne de Almanlar bulundukları müstahkem mevkilerden Moskova'ya yaklaşabildi.
Almanların 4'üncü ve 6'ncı ordularının beslenebilmesi için Hermann Göring'in komutasındaki Luftwaffe harekete geçirildi. Göring, Hitler'i orduyu besleyebileceğinin garantisini vermişti. Ancak bu mümkün değildi. (Göring hava kuvvetlerine çok güveniyordu ancak Luftwaffe Doğu Cephesi'nde çok zayıf kalmıştı. Bir kolordunun ikmal malzemesi ve askerlerin beslenebilmesi için günlük olarak 200 tonluk gıda yardımının yapılması gerekiyordu. 200 tonluk gıda yardımı da 100 uçuş ve 100 hava ikmal uçağı demekti. Lufttwaffe o dönem Birleşik Krallık ile de mücadele ettiği için Hava Gücü'nün önemli bir kısmını Atlas Okyanusu hattına kaydırmıştı. Luftwaffe'nin 1942'deki imkânları ölçüsünde Stalingrad hattındaki orduyu daha genel anlamda Doğu Cephesi'ndeki ordu komutanlıklarını beslemesi mümkün değildi. Matematiksel olarak bu veriler ortadayken Göring'in 'yardım' teorisi Hitler tarafından onaylanmıştı. Ancak cephedeki generaller durumun umutsuzluğunun farkındaydı ve kendileri bu durumla baş etmek zorunda kalmışlardı.)
Karadan da sert don olaylarından dolayı tren ve kara ulaşımının lojistiği yapılamadı. Şubat 1942'de 5 bin Alman askeri soğuğa ve yetersiz beslenmeye bağlı sebeplerden kırıma uğradı. On binden fazla asker de Prag, Budapeşte, Varşova'ya tedavi edilmek üzere geri çekildi.
Şubat 1942'de 4'üncü ve 6'ncı Kolordu birlikleri çekilmek zorunda kaldılar.
Berlin stratejik davranmak istiyor
1941 yılında Doğu Cephesi'nde Sovyetlerin işgali amacıyla başlatılan ve o döneme kadarki en büyük kara harekâtı olan Barbaross Harekâtı'nın planlayan Alman Generalleri, operasyonun 1942 Aralık ayına kadar 'zafer'le sonuçlanacağını düşünüyordu. Ancak Sovyetler'in direnişi ve Adolf Hitler'in birlikleri bölerek Ukrayna ve Kırım'a yönlendirmesi nedeniyle kaybedilen 1 aylık süreç zarfında Ruslar toparlanabilme fırsatı bulmuşlardı.
Hitler'in kurmaylarını dinlemeyerek orduyu üç kola bölmesi ve ağırlık olarak Odessa, Ukrayna ve Kırım tarafındaki enerji kaynaklarına yöneltmesi Alman ordusuna 2 ay gibi kritik bir zaman kaybı yaşatmıştı.
Eylül 1942'ye gelindiğinde Alman ordusunun hızı da kesilmişti. Ruslar topraklarını ev ev, mahalle mahalle savunuyorladı.
Kasım 1942'de iyice şiddetini artıran yağmurlar ile Alman Zırhlı Birlikleri çamura gömüldü (Heinz Guderian bu an için 'Üstün Alman teknolojisinin durduğu ilk andı' yorumunda bulunmuştu) ve ilerleyemez konuma geldi. 1941 Aralık, 1942 Ocak ayında kışın çok sert geçmesi sonucu da Almanlar Doğu Cephesi'nde ilerleme katedemediler.
Moskova'ya 128 kilometre kadar yaklaşan Almanlar, 1942 kışının rahat geçirebilmek için 'güvenli hatlar' olan Ukrayna sınırları çizgisine çekilmek istediler. Ancak Berlin, kat'i surette cephedeki generallerin teklifini reddetti.
Adolf Hitler Ocak 1942'de gönderdiği bir yazıyla, Alman askerlerinin bağlı oldukları hatta çakılı kalmalarını ve hatlarını son askere kadar savunmalarını emretti.
1942'nin Ocak ayı Kızıl Ordu'nun şiddetli taaruzlarıyla geçti. Ancak ne Ruslar ilerleme katedebildi ne de Almanlar bulundukları müstahkem mevkilerden Moskova'ya yaklaşabildi.
Almanların 4'üncü ve 6'ncı ordularının beslenebilmesi için Hermann Göring'in komutasındaki Luftwaffe harekete geçirildi. Göring, Hitler'i orduyu besleyebileceğinin garantisini vermişti. Ancak bu mümkün değildi. (Göring hava kuvvetlerine çok güveniyordu ancak Luftwaffe Doğu Cephesi'nde çok zayıf kalmıştı. Bir kolordunun ikmal malzemesi ve askerlerin beslenebilmesi için günlük olarak 200 tonluk gıda yardımının yapılması gerekiyordu. 200 tonluk gıda yardımı da 100 uçuş ve 100 hava ikmal uçağı demekti. Lufttwaffe o dönem Birleşik Krallık ile de mücadele ettiği için Hava Gücü'nün önemli bir kısmını Atlas Okyanusu hattına kaydırmıştı. Luftwaffe'nin 1942'deki imkânları ölçüsünde Stalingrad hattındaki orduyu daha genel anlamda Doğu Cephesi'ndeki ordu komutanlıklarını beslemesi mümkün değildi. Matematiksel olarak bu veriler ortadayken Göring'in 'yardım' teorisi Hitler tarafından onaylanmıştı. Ancak cephedeki generaller durumun umutsuzluğunun farkındaydı ve kendileri bu durumla baş etmek zorunda kalmışlardı.)
Karadan da sert don olaylarından dolayı tren ve kara ulaşımının lojistiği yapılamadı. Şubat 1942'de 5 bin Alman askeri soğuğa ve yetersiz beslenmeye bağlı sebeplerden kırıma uğradı. On binden fazla asker de Prag, Budapeşte, Varşova'ya tedavi edilmek üzere geri çekildi.
Şubat 1942'de 4'üncü ve 6'ncı Kolordu birlikleri çekilmek zorunda kaldılar.
Berlin stratejik davranmak istiyor
Berlin'deki Silahlı Kuvvetler, 1942 yazı için Stalin'in şehrini almak için Leningrad Oblastı (Eyalet/Bölge) planının üzerinde çalışıyorlardı. Leningrad 'Ekim Devrimi'nin başladığı yerdi ve sembolik olarak çok önemliydi. Stalingrad'ın düşmesi Leningrad cephesinin kazanılması Rusları pes ettirebilirdi. Alman Genelkurmayı böyle düşünüyordu.
1942 baharının gelmesiyle 2.5 seneye yakın sürecek olan Stalingrad kuşatması başladı. Alman kuvvetleri bölgenin Moskova ile tüm kara bağlantısını kesti. Ancak Ruslar yaz boyunca direndi. Bu esnada Hofacker başta olmak üzere Alman ordusundaki bazı kurmay albaylar savaşın 'kesin zafer'le neticelendirilemeyeceği görüşündeydi. Bu yüzden 1943 yılının kış ayında bir barış anlaşmasının imzalanmasını istiyordu. Ancak generalleri iknâ edemiyorlardı.
1943 yılındaki Kurs savaşının da kaybedilmesiyle Ruslar Leningrad cephesine koridor açmışlardı. Doğu Cehpesi'nden ardı ardına gelen kötü haberler Hitler'in sinirlerini altüst etmişti. ( Bu dönemde Hitler, Silahlı Kuvvetler ve Silahlı Kuvvetler Yüksek Komutanlığı'nı üzerine almıştı (OKW)
20 Temmuz Suikastının ilk planlanmasına da, 1943 yılının Eylül ayında savaşın böylesine kızıştığı bir ortamda 'Barış' için yapılmaya başlanmıştı.
II. Kısım'ın sonu
1942 baharının gelmesiyle 2.5 seneye yakın sürecek olan Stalingrad kuşatması başladı. Alman kuvvetleri bölgenin Moskova ile tüm kara bağlantısını kesti. Ancak Ruslar yaz boyunca direndi. Bu esnada Hofacker başta olmak üzere Alman ordusundaki bazı kurmay albaylar savaşın 'kesin zafer'le neticelendirilemeyeceği görüşündeydi. Bu yüzden 1943 yılının kış ayında bir barış anlaşmasının imzalanmasını istiyordu. Ancak generalleri iknâ edemiyorlardı.
1943 yılındaki Kurs savaşının da kaybedilmesiyle Ruslar Leningrad cephesine koridor açmışlardı. Doğu Cehpesi'nden ardı ardına gelen kötü haberler Hitler'in sinirlerini altüst etmişti. ( Bu dönemde Hitler, Silahlı Kuvvetler ve Silahlı Kuvvetler Yüksek Komutanlığı'nı üzerine almıştı (OKW)
20 Temmuz Suikastının ilk planlanmasına da, 1943 yılının Eylül ayında savaşın böylesine kızıştığı bir ortamda 'Barış' için yapılmaya başlanmıştı.
II. Kısım'ın sonu
24 Temmuz 2017 Pazartesi
Luftwaffe'de bilinen tek darbeci havacı subay; Caesar von Hofacker (Birinci Kısım)
Baba Alfred Kondrad Karl von Hofacker |
Hofacker, Kral William Alayı'ndaki görevini 1 Aralık 1914'e kadar sürdürdü. Savaş şiddetlenmeye başlamıştı. Müttefikler'in Çanakkale çıkarmasını başlattıkları sırada Hofacker'da 7 Mayıs 1915'te yine babasının yanında Batı Cephesi'ne görevlendirildi.
Akıllı bir kişiliği olduğu için ona öğretilen her şeyi çok çabuk kavrıyordu. Silah kullanma becerisi, atılgan bir kişiliği olduğu için cephe gerisinde olsa bile taaruz saldırılarında hep gönüllü olmak istiyordu. Bu durum komutanlarının da dikkatinden kaçmadı.
25 Aralık 1916 yılında Havacılık Değişimi Bölüm Başkanlığı 5 Numraralı Grup Komutanlığı'nda göreve başladı. O dönem pilot açığının kapatılması için Deutsche Luftstreitkrafte (Alman İmparatorluk Hava Servisi) tarafından uçuş eğitim okulları açılmıştı. Hofacker da pilotluk seçmeleri için eleme testlerini geçerek Feld Fliger tarafından uçuş eğitim dersleri almaya başladı. O artık pilot olacaktı. Hofacker aklı, çalışkanlığı ve zekâsı sayesinde yükselişini sürdürüyordu.
1917'de ilk uçuşunu gerçekleştirdi. Görevi Batı Cephesi'ndeki Fransız hatlarının zayıf yönlerini Alman Genelkurmayı'na iletmekti. Başarılarından dolayı 20 Şubat 1927'de Altın Ordu Madalyası'na layık görüldü. (Unutmadan bahsedelim, Hofacker'ın avukatlık eğitimi de vardır)
1918 yılında kendisine ilk kez komuta etmesi için kendisine birim verildi. 20 Kasım 1918'de savaşın resmi olarak bitmesinden sadece 8 gün sonra Fransız askerlerine yakalandı. Esir düştü, 2 sene Fransa'da hapis yattı. Yine babasının girişimleriyle 14 Mart 1920'de serbest bırakıldı. Üç gün içinde Stutgart'a döndü. 17 Mart 1920'de babasının da ordudaki görevinden emekli olmasına müteakip askerlik görevinden istifa etti.
Sivil döneminde çalışmalarına hukuk fakültesinde devam etti. 1927 yılında avukat oldu. 1928 yılında Nasyonal Sosyalist Parti'ye (NSDAP) katıldı. Partinin sivil avukatlığını yaptı. 1936'da Berlin'de Vereinigte Stahlwerke'nin (Birleşik Çelik İşleri) temsilciliğinde bulundu.
1 Eylül 1939'da Polonya'nın işgali başladığında orduda yedek subay olarak yeniden göreve başladı. 1940 yılındaki Blitzkrieg Harekâtı'nın Fransa işgali ayağında görev aldı. 14 Haziran 1940'ta Paris teslim oldu.
1941 ile 1943 yılları arasında Hofacker, Fransa Askeri Valisi Carl Stulpnagel'ın yanında görev yaptı.
I. Bölüm'ün sonu...
23 Temmuz 2017 Pazar
Kıbrıs Barış Harekâtı ve Fırat Kalkanı karşılaştırması II
Mehmet Tanju Akad hocamızın Fırat Kalkanı ile Kıbrıs Barış Harekâtı'nı anlattığı yazısı dizisinin ilk bölümünü sizlerle paylaşmıştık. ( İlgili yazıyı okumak için tıklayın)
Hoca bugün de ikinci makaleyi hazırladı. Sizleri bekletmemek adına yazıyı hemen bloggumuzda paylaşıyoruz...
20 Temmuz yıl dönümü vesilesiyle bir karşılaştırma
KIBRIS ve FIRAT KALKANI OPERASYONLARI - II
1933 yılında yayınlanan "20 Yüzyıl Savaşları" kitabımızda Türkiye'nin iki buçuk cepheli bir savaşa hazırlanması gerektiğini ilk kez dile getirmiştik. Buçuk derken iç emniyet cephesini kast ediyorduk. Sonraları bunu savunan başkaları da oldu çünkü gelişmeler buna işaret ediyordu. Bu cepheler beklemediğimiz biçimler aldılar ama çok yönlü saldırı altında kalacağımız yönündeki tahminlerimiz doğru çıktı.
Batıdan çok çeşitli baskı yapılır ve nihayet 15 Temmuz kalkışması tezgahlanırken, diğer yandan Terör/PKK/Hendek Savaşları, öte yandan da Fırat Kalkanı'nı yapmak durumunda kaldık. Fazlasını da kışkırttılar ve gerektiği taktirde tezgaha koyabilirler. O taktirde, iç emniyet cephesinin yanı sıra doğu/güney cepheleri ve batı cepheleri farklı biçimler alabilir. Spekülasyonunu size bırakıyorum.
En büyük sorunumuz, tüm bunlarla başa çıkabilecek bir milli mutabakatın dışındaki unsurlarımızın çoğalması ve milli mutabakatı temsil edecek istikrarlı kurumlaşmalarımızın zaaflarının artırılmasıdır. Milli tutum güçlendikçe en ufak bir endişemiz olmaz. Ne yazık ki, Kıbrıs'tan itibaren daha çok sayıda yurttaşımız yabancı etkilere kapılıp alçak bir ihanete sürüklendiler. Bunlar içerisinde sağcılar, solcular, her türden, mezhepten kişi var. İşimizi zorlaştırıyorlar.
Konunun siyasi yönlerini ele alırken öncelikle vurgulamamız gereken husus, yaşadığımız süreçlerin başladığı Soğuk Savaş ortamının günümüzden çok farklı olmasıdır. Türkiye Soğuk Savaş sırasında batı için "tahammül edilmesi gereken bir sözde müttefik" iken, sonrasında "inisiyatifinin kırılması, güç kazanmasının önlenmesi gereken bir ülke" haline gelmiştir.
Tabii ki, bu bir günde olmadı ama 1985-87 yıllarından beri irili ufaklı yüzlerce olay, tutum, yorum, dezenformasyon vs. buna işaret etmekteydi ki, söz konusu tarihte Soğuk Savaş henüz sona ermemişti. (Ancak batılı köpek balıkları kan kokusunu almıştı. Bu yıllarda kötü şeylerin gelmekte olduğunu hissetmiş ama henüz biçimlerini tam kestirememiştik; esasen olacakları kimse kestiremezdi.)
1990-91'den sonra batı dünyasının bölgemizle ilgili politikaları derhal 1918'e "reset" etti. Yugoslavya'nın, Kafkasların, Irak, Suriye ve Libya'nın parçalanması bunun aşamalarıydı. Türkiye'de kim iktidarda olursa olsun, batı politikalarına karşı tam boyun eğmezse, ipi çekilmeye çalışılacaktır.
15 Temmuz kalkışması da her şeyden çok daha fazla bununla ilgilidir. AKP'nin sayısız alanda batı dünyasının taleplerine boyun eğmiş olmasından çok daha önemli olan husus, bölgesinde bir oyuncu olmaya çalışmasıydı. Bu batı için affedilmez bir suçtu. Nitekim uzun süre birbirinin sırtını sıvazlamış olan Fetullahçılar ile AKP arasında kavganın İran fonları vesilesiyle su yüzüne çıkmış olması asla tesadüf değildir.
Kıbrıs çıkarmasından birkaç ay sonra, aralarında generallerin de olduğu Yunan bazı subayları Lübnan'da görülmüştü. Bu, 1974 sonbaharında bir gazetede de haber oldu. Yunanlıların o dönemde istikrarını yitirmiş bu ülkede Türkiye aleyhine bir şeyler tezgahlamaya çalışmasına şaşırmadık ama pek de önem vermedik.
Burada Filistinli solcu gruplar ve Hıristiyan milisler vardı ve bunların uzun vadede Türkiye'ye çok zarar vermesini, güneyden yeni bir cephe açılmasını mümkün görmüyorduk. Zaten, bunu o dönemde kimsenin öngördüğünü de sanmıyorum. Ama işte sonunda gerçekleşti.
Üstelik 40 yıla da kalmadı, 10 yıl içerisinde gerçekleşti. Yunanistan yalnız değildi ve batı dünyası önce Asala'yı sonra PKK'yı Türkiye'nin başına sardı. Bunlar Kıbrıs çıkarmasının doğrudan devamıdır ama, resmin sadece bir parçasından ibarettir.
1970'li yıllarda, Türkiye'de Fetullah örgütlenmesi de yaygınlaştırılıyordu ama henüz çok mevzi kazanmamıştı. Sivil ve askeri kadrolar arasında milli tutumu savunan daha çoktu ve Türk solunda, ileride emperyalizme hizmet edecek aşağılık kişiler muteber birer kişi gibi etrafta dolaşıyordu. Yani emperyalizmle didişme çok farklı platformlarda az çok sürüyordu.
Esas tasfiye ve gerici kadrolaşma 12 Eylül sonrasında hız kazandı. Siyasi ortam giderek gericileşirken, batı dünyası öncelikle CHP'yi denetim altına alma çabalarını aralıksız sürdürdü. Körfez ve Irak'ın işgali gerçekleşirken, Asala geriye çekilerek PKK sürekli desteklendi.
Sonra Arap ülkelerinin parçalanması gündeme getirildi. Türkiye bu sırada NATO'nun peşinde, çaresizlik içerisinde eski coğrafyamıza yapılan işkenceyi izledi. Teslimiyetçi tutum ülkemizin kılcal damarlarına kadar girmişti. Buna rağmen, 15 Temmuz'da bile, Atlantik ötesinden yöneten kalkışma bastırılabildi. Kalkışmanın AKP tarafından kendi siyasetini geliştirmek için kullanılması ayrı meseledir. İşi çok dallandırmadan sadede gelelim.
ABD Suriye stratejisi: Temelde kararlı ve sabittir. Süreçte bazen belirsizlik varmış gibi görünse de, bunlar, ABD'nin yeni durumlara karşı tedbir aldığı dönemlerde ortaya çıkan geçici durumlardır. ABD açısından belirsiz olan Suriye'nin nihai durumudur ama Irak ve Suriye'de bir Kürt devleti hedefi sabittir. Bu devletin sınırları elbette ki ABD'nin öngördüğü şekilde olmayacaktır ama fiilen oluşturulan küçük bir yönetim bile batı ülkeleri ve İsrail'e sürekli bir müdahale aracı temin edecektir.
Bu yönetimin devletleşmesi veya Suriye'de yayılmasının önünde engel olan Türkiye sürekli baskı altında tutulacaktır. Diğer batı ülkelerinin, Almanya ve diğerlerinin bunun tersi bir politika uygulaması beklenemez, sadece yapacakları pisliklerin derecesi farklı olabilir.
Türkiye, bir NATO ülkesi olarak konumu ve iktisadi-siyasi bağlantıları nedeniyle Irak ve Suriye'de net bir strateji uygulayamamasının bir nedeni de, AKP'nin iç politikaları dış politikasını kimi zaman felç etmesidir. Örneğin HDP tabanından oy desteği almak için PKK'ya bir dönem göz yummuş, Fetö ile işbirliği sürerken Ergenekon davalarına ses çıkarmamış, Suriye'nin toprak bütünlüğünü sözde desteklerken Esad'ın gitmesini istemiş, Rusya ile inişli çıkışlı bir ilişki sürdürmüştür.
Bu kadar sarsıntının içerisinde güven veren bir dış politika uygulanmaz. Buna rağmen, Fırat Kalkanı harekatının yapılmasının şart olduğu değerlendirilmiş ve uygulamaya konulmuştur. Burada IŞİD'in görevi etrafı dağıtmak ve batı eliyle yeniden yapılandırmanın yolunu açmaktı. Bunu yaptı. Şimdi tasfiyesi için uğraşılıyor. Bu iyi. Ama işte bu ortamda Suriye'de YPG/PKK'ya kazandırılan mevzilerin de tasfiyesi gerekir ve Türkiye'ye batı dünyası tarafından yapılan baskılar esas olarak bunu önlemeye yöneliktir. Yoksa Türkiye'de üç gazeteci hapismiş, beş kişiye bilmem ne yapılmış, batının binde bir umurunda değildir. Türkiye'deki terörü elli yıl batı ülkeleri destekleyip büyüttü. Hepsi iki yüzlüdür.
Bir yandan batı dünyası içerisinde eğreti bir şekilde kalıp, bir yandan batının politikasına karşı çıkmak kolay değildir. İnce bir ipte yürümektir. En başta ekonomi giderek sıkıştırılıyor. AKP'nin de, tüm eski hükümetlerin de temel sorunu dış kaynak bulmak olmuştur. Bu kaynaklar sıkıştırılırken, batı her türlü baskıyı artırırken ve diğer yandan da istenmediği açıkça ilan edilen Esad'ı destekleyen Rusya ile fazla ters düşmeden Suriye'de askeri operasyon yürütmek kolay değildir. Bu nedenle kağıt üzerinde ideal harekat planları yapıp uygulayamazsınız. Aşırı kısıtlama altında, en iyisini yapmaya çalışacaksınız.
Askeri harekat açısından, sayısız ülkenin var olduğu, Amerikalılar, İngilizler, Ruslar, Almanlar, Hollandalılar, Kanadalılar, İran, Arabistan, Ürdün, İsrail ve diğer yerel güçlerin cirit attıkları ve hukuki statüsü kalmamış bir ülkede alan genişletmek son derece zordur. Buna rağmen Fırat Kalkanı batının planlarına bir ölçüde taş koymuş ve daha fazlasının yapılabileceğinin işaretini vermiştir.
Batı buna karşı bin bir şeytanlık, bin bir baskı ile caydırıcılık yapıyor. Durum devam edecek. Ne var ki coğrafi avantajımız, sınır koruma hakkımız ve tarihi bağlarımızı kullanarak biz de orada var olmaya devam edeceğiz.
Bunun getireceği sıkıntılar fazladır ve devam edecek. 15 Temmuz'un öncelikle bununla ilgili olduğunu bir an hatırdan çıkarmayalım. İç istikrarsızlık tehditleri başımızdan eksik edilmeyecek.
Hoca bugün de ikinci makaleyi hazırladı. Sizleri bekletmemek adına yazıyı hemen bloggumuzda paylaşıyoruz...
20 Temmuz yıl dönümü vesilesiyle bir karşılaştırma
KIBRIS ve FIRAT KALKANI OPERASYONLARI - II
1933 yılında yayınlanan "20 Yüzyıl Savaşları" kitabımızda Türkiye'nin iki buçuk cepheli bir savaşa hazırlanması gerektiğini ilk kez dile getirmiştik. Buçuk derken iç emniyet cephesini kast ediyorduk. Sonraları bunu savunan başkaları da oldu çünkü gelişmeler buna işaret ediyordu. Bu cepheler beklemediğimiz biçimler aldılar ama çok yönlü saldırı altında kalacağımız yönündeki tahminlerimiz doğru çıktı.
Batıdan çok çeşitli baskı yapılır ve nihayet 15 Temmuz kalkışması tezgahlanırken, diğer yandan Terör/PKK/Hendek Savaşları, öte yandan da Fırat Kalkanı'nı yapmak durumunda kaldık. Fazlasını da kışkırttılar ve gerektiği taktirde tezgaha koyabilirler. O taktirde, iç emniyet cephesinin yanı sıra doğu/güney cepheleri ve batı cepheleri farklı biçimler alabilir. Spekülasyonunu size bırakıyorum.
En büyük sorunumuz, tüm bunlarla başa çıkabilecek bir milli mutabakatın dışındaki unsurlarımızın çoğalması ve milli mutabakatı temsil edecek istikrarlı kurumlaşmalarımızın zaaflarının artırılmasıdır. Milli tutum güçlendikçe en ufak bir endişemiz olmaz. Ne yazık ki, Kıbrıs'tan itibaren daha çok sayıda yurttaşımız yabancı etkilere kapılıp alçak bir ihanete sürüklendiler. Bunlar içerisinde sağcılar, solcular, her türden, mezhepten kişi var. İşimizi zorlaştırıyorlar.
Fırat Kalkanı Harekâtı'nda Türk tankçı birliği. Çift başlı Leopard 2A4 ( Eylül 2016 / Cerablus) |
Tabii ki, bu bir günde olmadı ama 1985-87 yıllarından beri irili ufaklı yüzlerce olay, tutum, yorum, dezenformasyon vs. buna işaret etmekteydi ki, söz konusu tarihte Soğuk Savaş henüz sona ermemişti. (Ancak batılı köpek balıkları kan kokusunu almıştı. Bu yıllarda kötü şeylerin gelmekte olduğunu hissetmiş ama henüz biçimlerini tam kestirememiştik; esasen olacakları kimse kestiremezdi.)
1990-91'den sonra batı dünyasının bölgemizle ilgili politikaları derhal 1918'e "reset" etti. Yugoslavya'nın, Kafkasların, Irak, Suriye ve Libya'nın parçalanması bunun aşamalarıydı. Türkiye'de kim iktidarda olursa olsun, batı politikalarına karşı tam boyun eğmezse, ipi çekilmeye çalışılacaktır.
15 Temmuz kalkışması da her şeyden çok daha fazla bununla ilgilidir. AKP'nin sayısız alanda batı dünyasının taleplerine boyun eğmiş olmasından çok daha önemli olan husus, bölgesinde bir oyuncu olmaya çalışmasıydı. Bu batı için affedilmez bir suçtu. Nitekim uzun süre birbirinin sırtını sıvazlamış olan Fetullahçılar ile AKP arasında kavganın İran fonları vesilesiyle su yüzüne çıkmış olması asla tesadüf değildir.
Kıbrıs çıkarmasından birkaç ay sonra, aralarında generallerin de olduğu Yunan bazı subayları Lübnan'da görülmüştü. Bu, 1974 sonbaharında bir gazetede de haber oldu. Yunanlıların o dönemde istikrarını yitirmiş bu ülkede Türkiye aleyhine bir şeyler tezgahlamaya çalışmasına şaşırmadık ama pek de önem vermedik.
Burada Filistinli solcu gruplar ve Hıristiyan milisler vardı ve bunların uzun vadede Türkiye'ye çok zarar vermesini, güneyden yeni bir cephe açılmasını mümkün görmüyorduk. Zaten, bunu o dönemde kimsenin öngördüğünü de sanmıyorum. Ama işte sonunda gerçekleşti.
Üstelik 40 yıla da kalmadı, 10 yıl içerisinde gerçekleşti. Yunanistan yalnız değildi ve batı dünyası önce Asala'yı sonra PKK'yı Türkiye'nin başına sardı. Bunlar Kıbrıs çıkarmasının doğrudan devamıdır ama, resmin sadece bir parçasından ibarettir.
1970'li yıllarda, Türkiye'de Fetullah örgütlenmesi de yaygınlaştırılıyordu ama henüz çok mevzi kazanmamıştı. Sivil ve askeri kadrolar arasında milli tutumu savunan daha çoktu ve Türk solunda, ileride emperyalizme hizmet edecek aşağılık kişiler muteber birer kişi gibi etrafta dolaşıyordu. Yani emperyalizmle didişme çok farklı platformlarda az çok sürüyordu.
Esas tasfiye ve gerici kadrolaşma 12 Eylül sonrasında hız kazandı. Siyasi ortam giderek gericileşirken, batı dünyası öncelikle CHP'yi denetim altına alma çabalarını aralıksız sürdürdü. Körfez ve Irak'ın işgali gerçekleşirken, Asala geriye çekilerek PKK sürekli desteklendi.
Sonra Arap ülkelerinin parçalanması gündeme getirildi. Türkiye bu sırada NATO'nun peşinde, çaresizlik içerisinde eski coğrafyamıza yapılan işkenceyi izledi. Teslimiyetçi tutum ülkemizin kılcal damarlarına kadar girmişti. Buna rağmen, 15 Temmuz'da bile, Atlantik ötesinden yöneten kalkışma bastırılabildi. Kalkışmanın AKP tarafından kendi siyasetini geliştirmek için kullanılması ayrı meseledir. İşi çok dallandırmadan sadede gelelim.
ABD Suriye stratejisi: Temelde kararlı ve sabittir. Süreçte bazen belirsizlik varmış gibi görünse de, bunlar, ABD'nin yeni durumlara karşı tedbir aldığı dönemlerde ortaya çıkan geçici durumlardır. ABD açısından belirsiz olan Suriye'nin nihai durumudur ama Irak ve Suriye'de bir Kürt devleti hedefi sabittir. Bu devletin sınırları elbette ki ABD'nin öngördüğü şekilde olmayacaktır ama fiilen oluşturulan küçük bir yönetim bile batı ülkeleri ve İsrail'e sürekli bir müdahale aracı temin edecektir.
Bu yönetimin devletleşmesi veya Suriye'de yayılmasının önünde engel olan Türkiye sürekli baskı altında tutulacaktır. Diğer batı ülkelerinin, Almanya ve diğerlerinin bunun tersi bir politika uygulaması beklenemez, sadece yapacakları pisliklerin derecesi farklı olabilir.
Türkiye, bir NATO ülkesi olarak konumu ve iktisadi-siyasi bağlantıları nedeniyle Irak ve Suriye'de net bir strateji uygulayamamasının bir nedeni de, AKP'nin iç politikaları dış politikasını kimi zaman felç etmesidir. Örneğin HDP tabanından oy desteği almak için PKK'ya bir dönem göz yummuş, Fetö ile işbirliği sürerken Ergenekon davalarına ses çıkarmamış, Suriye'nin toprak bütünlüğünü sözde desteklerken Esad'ın gitmesini istemiş, Rusya ile inişli çıkışlı bir ilişki sürdürmüştür.
Bu kadar sarsıntının içerisinde güven veren bir dış politika uygulanmaz. Buna rağmen, Fırat Kalkanı harekatının yapılmasının şart olduğu değerlendirilmiş ve uygulamaya konulmuştur. Burada IŞİD'in görevi etrafı dağıtmak ve batı eliyle yeniden yapılandırmanın yolunu açmaktı. Bunu yaptı. Şimdi tasfiyesi için uğraşılıyor. Bu iyi. Ama işte bu ortamda Suriye'de YPG/PKK'ya kazandırılan mevzilerin de tasfiyesi gerekir ve Türkiye'ye batı dünyası tarafından yapılan baskılar esas olarak bunu önlemeye yöneliktir. Yoksa Türkiye'de üç gazeteci hapismiş, beş kişiye bilmem ne yapılmış, batının binde bir umurunda değildir. Türkiye'deki terörü elli yıl batı ülkeleri destekleyip büyüttü. Hepsi iki yüzlüdür.
Bir yandan batı dünyası içerisinde eğreti bir şekilde kalıp, bir yandan batının politikasına karşı çıkmak kolay değildir. İnce bir ipte yürümektir. En başta ekonomi giderek sıkıştırılıyor. AKP'nin de, tüm eski hükümetlerin de temel sorunu dış kaynak bulmak olmuştur. Bu kaynaklar sıkıştırılırken, batı her türlü baskıyı artırırken ve diğer yandan da istenmediği açıkça ilan edilen Esad'ı destekleyen Rusya ile fazla ters düşmeden Suriye'de askeri operasyon yürütmek kolay değildir. Bu nedenle kağıt üzerinde ideal harekat planları yapıp uygulayamazsınız. Aşırı kısıtlama altında, en iyisini yapmaya çalışacaksınız.
Askeri harekat açısından, sayısız ülkenin var olduğu, Amerikalılar, İngilizler, Ruslar, Almanlar, Hollandalılar, Kanadalılar, İran, Arabistan, Ürdün, İsrail ve diğer yerel güçlerin cirit attıkları ve hukuki statüsü kalmamış bir ülkede alan genişletmek son derece zordur. Buna rağmen Fırat Kalkanı batının planlarına bir ölçüde taş koymuş ve daha fazlasının yapılabileceğinin işaretini vermiştir.
Batı buna karşı bin bir şeytanlık, bin bir baskı ile caydırıcılık yapıyor. Durum devam edecek. Ne var ki coğrafi avantajımız, sınır koruma hakkımız ve tarihi bağlarımızı kullanarak biz de orada var olmaya devam edeceğiz.
Bunun getireceği sıkıntılar fazladır ve devam edecek. 15 Temmuz'un öncelikle bununla ilgili olduğunu bir an hatırdan çıkarmayalım. İç istikrarsızlık tehditleri başımızdan eksik edilmeyecek.
Kıbrıs Barış Harekâtı ile Fırat Kalkanı Operasyonu değerlendirmesi I
*Mehmet Tanju Akad - Harp Tarihçisi / Akademisyen / Askeri Tarih Uzmanı
Hocamız Mehmet Tanju Akad'ın, Kıbrıs Barış Harekâtı ile Fırat Kalkanı Harekâtı'nın karşılaştırmasını yaptığı yazıyı bloggumuzda siz değerli okuyucularımızla da paylaşmak istedik.
20 Temmuz yıldönümü vesilesiyle bir karşılaştırma; Kıbrıs ve Fırat Kalkanı Operasyonu
Kırk iki yıl arayla yapılan bu operasyonlar birçok açıdan karşılaştırılabilir ve üstelik aralarında doğrudan bir devamlılık ilişkisi de vardır. Kaldı ki, operasyonların şekli coğrafi ve diğer koşullar nedeniyle farklı olsa da, bunları hazırlayan komuta ve icra heyetlerinin psikolojileri, bakışları, inisiyatif kullanma şekilleri, atılganlıkları vb. hususlar mutlaka karşılaştırılmalıdır.
Şimdi bunlara farklı düzeylerde bakalım. Bu yazıda operatif, taktik, lojistik, moral vs. sorunlara değineceğiz. Strateji, askeri-siyasi hazırlıklar ve siyasi düzeydeki gelişmeleri ise sonraki yazıya bırakacağız.
Operatif olarak:
Operatif olarak Kıbrıs Barış Harekatı büyük bir başarıdır çünkü son derece hızlı bir şekilde hazırlanmış, bu anlamda baskın tarzında cereyan etmiş ve savaş aldatmacaları da çok başarılı bir şekilde icra edilerek düşman savaşın en kritik saatlerinde tereddütte bırakılmıştır.
Fırat Kalkanı harekatı ise siyasi kararsızlığı yansıtır. Her aşamada düşmana hazırlanma fırsatı verilmiş, hedef belli edilmiş ve bu nedenle başarı -yavaşlıktan ötürü- kısmi kalmıştır. Özellikle El-Bab'da hücuma geçilmeden önce iki ay kadar gecikme yaşanmış, ayrıca kuşatma tamamlanmamış, IŞID'in takviye alması ve tahkimat yapması engellenmemiş, bu nedenle tanksavarlar ve araçlı intihar bombaları karşısında kayıplar artmıştır. Bununla birlikte, operasyon ortamlarının farklılığına dikkat etmek gerekir:
Operasyon ortamı:
Kıbrıs'tan farklı olarak, Suriye'deki düşman unsurlar uzun süreli bir yıpratma savaşı için hazırlık yapmıştı. Operasyon bölgesinde binlerce mayın, EYP (ev yapımı patlayıcı) ve tanksavar silahı yığılmıştı. Ayrıca batı ülkeleri özellikle YPG/PKK unsurlarını yoğun bir şekilde eğitip silahlandırıyor ve bazı hallerde küçük birlik liderliği yapıyordu. Genel planda destek ve istihbarat da cabası. Bunların yanı sıra, söz konusu harekat alanında pek çok ülkenin birlikleri, ajanları, timleri ve diğer kuruluşları ve personeli cirit atmaktaydı. Bir kısmı açık-örtülü üsler kurmuştur.
Moral üstünlük:
Hiç kuşku yok ki, Kıbrıs savaşı çok daha büyük bir moral üstünlükle gerçekleştirilmişti. Ordu, on yıldan beri zıpkın gibi bu operasyon için bilenmişti. Ayrıca, Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı da net ve azimliydi.
Fırat Kalkanı ise çok uzun bir yıpratma savaşının devamı (aslında bir ara aşaması) olarak gündeme gelmiştir. Bu nedenle ordumuz haklı olarak kayıplar konusunda çok hassas davranmak durumunda kalmıştır. Bu işler sürerken PKK'nın hendek savaşları da tam bitmemişti. Bunların aşırı kayıp vermeleri sonucunda uğradıkları moral yıkıntısı ortamının yeterince değerlendirilip değerlendirilmediği konusu tartışmaya açıktır. Tam üstüne 15 Temmuz kalkışmasının ordumuzun morali üzerindeki etkisinin derecesini tahmin etmek kolay değildir. Tüm bunlar Fırat Kalkanı'nı olumsuz etkilemiştir.
Taktik planda:
Kıbrıs gibi hava indirme ve amfibik tugayların önçülüğünde yapılan çok zor ve karmaşık bir harekatın ilk aşamasında sayı ve silah üstünlüğü düşmanda olmasına rağmen, insiyatifin elde tutulması kayıpların sınırlı kalmasını sağlamıştı. İkinci harekatta üstünlük bize geçince zaten sorun kalmamıştı.
Fırat kalkanı harekatında her kaybımıza karşı yaklaşık on dört İŞİD ve YPG/PKK militanı imha edilmiş olmasına rağmen, taktik insiyatif hızlı ve aralıksız olarak birbirini izleyen darbeler şeklinde kullanılsaydı, çok daha geniş bir alan çok daha kısa sürede kontrole alınabilirdi. Düşmanın tahkimatına izin verilmesi ve akabinde buraya hücum edilmesi yerine, hızlı operasyon ile cepheleri çevrilerek imha veya firarları sağlanabilirdi. Gerçi, El-Bab'da IŞİD'in firarının umulduğu ve bu nedenle bir yolun açık bırakıldığı şeklinde ifadelere rastlıyoruz (bunun doğruluğundan emin değiliz) ama bunu kaçmak değil, takviye için kullandıkları görüldü. Yavaş harekat genellikle kötü harekattır ve çoğu zaman daha çok kayba neden olur.
*****
Fırat Kalkanı'na bazı açılardan benzeyen İsrail'in Lübnan savaşlarını incelemek yararlı olur. Burada İsrail'in kara, hava ve deniz kuvvetleri büyük güçlerle kuzeye ilerlemelerine rağmen 1982, 1993, 1996 ve 2006 yılındaki büyük operasyonlarında ciddi sorunlarla karşılaştılar. Bunların incelenmesi genel bakışı geliştirecektir.
Lojistik ve donanım:
Fırat Kalkanı harekatı lojistik olarak çok daha kolay koşullara sahipti. Bununla birlikte donatım konusunda bazı eksiklikleri görüldü. Örneğin, tanklarımızın zırh delici roketlere karşı korumasının yetersiz olduğu görüldü. Ne var ki silahlı kuvvetler bu kez son derece hızlı hareket ederek daha yüksek zırh korumasına sahip tankları sahaya getirdiği gibi, bazı tankların zırh korumasını artırma, stamp (içeriden kontollü) kule makinelitüfeklerini ve 360 derece farkındalık sağlayan sistemleri tanklara yerleştirmeye başladı. Bu konularda büyük bir çaba gösterilmesi kayıplarımızın artmasını önledi. Ayrıca, hasar gören zırhlı araçlar da ana tamir fabrikalarında hızla tamire alındı. Bu girişimleri olumlu değerlendiriyoruz. Aynı şekilde Roketsan tarafından silahlandırılan Anka İHA'larımız da bu yıl devreye girdi. Ancak, ordumuzun tarihi eksiği, bölük ve tabur düzeyinde orta-ağır silahların eksikliği kanımızca hala tam giderilemedi. 30 mm'lik zırhlı kulesi olan paletli veya 8x8 ZMA'lar, 40 mm'lik otomatik bombaatarlar ve daha çok 120'lik havan ve ayrıca 60-75-90 mm'lik piyade destek topu olan kulelere sahip zırhlı araçların artırılması iyi olur ki, bunların hepsi ülkemizde imal edilebilmektedir. Ayrıca, şehir savaşları için AMT'ler yerine daha uygun bir araç türü gerektiği de giderek ortaya çıkıyor.
İşin siyasi ve stratejik yanlarını daha sonra ele alacağız.
Hocamız Mehmet Tanju Akad'ın, Kıbrıs Barış Harekâtı ile Fırat Kalkanı Harekâtı'nın karşılaştırmasını yaptığı yazıyı bloggumuzda siz değerli okuyucularımızla da paylaşmak istedik.
20 Temmuz yıldönümü vesilesiyle bir karşılaştırma; Kıbrıs ve Fırat Kalkanı Operasyonu
Kırk iki yıl arayla yapılan bu operasyonlar birçok açıdan karşılaştırılabilir ve üstelik aralarında doğrudan bir devamlılık ilişkisi de vardır. Kaldı ki, operasyonların şekli coğrafi ve diğer koşullar nedeniyle farklı olsa da, bunları hazırlayan komuta ve icra heyetlerinin psikolojileri, bakışları, inisiyatif kullanma şekilleri, atılganlıkları vb. hususlar mutlaka karşılaştırılmalıdır.
Fırat Kalkanı Harekâtı'nın 'simge' fotoğrafı. Tankçı subayın ağzında sigara ile Suriye topraklarına girişi ( Ağustos 2016) |
Operatif olarak:
Operatif olarak Kıbrıs Barış Harekatı büyük bir başarıdır çünkü son derece hızlı bir şekilde hazırlanmış, bu anlamda baskın tarzında cereyan etmiş ve savaş aldatmacaları da çok başarılı bir şekilde icra edilerek düşman savaşın en kritik saatlerinde tereddütte bırakılmıştır.
Fırat Kalkanı harekatı ise siyasi kararsızlığı yansıtır. Her aşamada düşmana hazırlanma fırsatı verilmiş, hedef belli edilmiş ve bu nedenle başarı -yavaşlıktan ötürü- kısmi kalmıştır. Özellikle El-Bab'da hücuma geçilmeden önce iki ay kadar gecikme yaşanmış, ayrıca kuşatma tamamlanmamış, IŞID'in takviye alması ve tahkimat yapması engellenmemiş, bu nedenle tanksavarlar ve araçlı intihar bombaları karşısında kayıplar artmıştır. Bununla birlikte, operasyon ortamlarının farklılığına dikkat etmek gerekir:
Operasyon ortamı:
Kıbrıs'tan farklı olarak, Suriye'deki düşman unsurlar uzun süreli bir yıpratma savaşı için hazırlık yapmıştı. Operasyon bölgesinde binlerce mayın, EYP (ev yapımı patlayıcı) ve tanksavar silahı yığılmıştı. Ayrıca batı ülkeleri özellikle YPG/PKK unsurlarını yoğun bir şekilde eğitip silahlandırıyor ve bazı hallerde küçük birlik liderliği yapıyordu. Genel planda destek ve istihbarat da cabası. Bunların yanı sıra, söz konusu harekat alanında pek çok ülkenin birlikleri, ajanları, timleri ve diğer kuruluşları ve personeli cirit atmaktaydı. Bir kısmı açık-örtülü üsler kurmuştur.
Kıbrıs Barış Harekâtı zaferle sonuçlandırıldıktan sonra 'barış pozisyonu'nda duran bir Türk tankı. Renklendirilmiş hali. İzindeyiz (Girne 1974) |
Moral üstünlük:
Hiç kuşku yok ki, Kıbrıs savaşı çok daha büyük bir moral üstünlükle gerçekleştirilmişti. Ordu, on yıldan beri zıpkın gibi bu operasyon için bilenmişti. Ayrıca, Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı da net ve azimliydi.
Fırat Kalkanı ise çok uzun bir yıpratma savaşının devamı (aslında bir ara aşaması) olarak gündeme gelmiştir. Bu nedenle ordumuz haklı olarak kayıplar konusunda çok hassas davranmak durumunda kalmıştır. Bu işler sürerken PKK'nın hendek savaşları da tam bitmemişti. Bunların aşırı kayıp vermeleri sonucunda uğradıkları moral yıkıntısı ortamının yeterince değerlendirilip değerlendirilmediği konusu tartışmaya açıktır. Tam üstüne 15 Temmuz kalkışmasının ordumuzun morali üzerindeki etkisinin derecesini tahmin etmek kolay değildir. Tüm bunlar Fırat Kalkanı'nı olumsuz etkilemiştir.
Taktik planda:
Kıbrıs gibi hava indirme ve amfibik tugayların önçülüğünde yapılan çok zor ve karmaşık bir harekatın ilk aşamasında sayı ve silah üstünlüğü düşmanda olmasına rağmen, insiyatifin elde tutulması kayıpların sınırlı kalmasını sağlamıştı. İkinci harekatta üstünlük bize geçince zaten sorun kalmamıştı.
24 Ağustos 2016 / Fırat Kalkanı Harekâtı sabah 04:05'te başlatıldı. 126 gün süren operasyonda 3 binden fazla IŞİD'li terörist öldürüldü. Operasyon kapsamında 67 Türk askeri de şehit oldu. |
*****
Fırat Kalkanı'na bazı açılardan benzeyen İsrail'in Lübnan savaşlarını incelemek yararlı olur. Burada İsrail'in kara, hava ve deniz kuvvetleri büyük güçlerle kuzeye ilerlemelerine rağmen 1982, 1993, 1996 ve 2006 yılındaki büyük operasyonlarında ciddi sorunlarla karşılaştılar. Bunların incelenmesi genel bakışı geliştirecektir.
Lojistik ve donanım:
Fırat Kalkanı harekatı lojistik olarak çok daha kolay koşullara sahipti. Bununla birlikte donatım konusunda bazı eksiklikleri görüldü. Örneğin, tanklarımızın zırh delici roketlere karşı korumasının yetersiz olduğu görüldü. Ne var ki silahlı kuvvetler bu kez son derece hızlı hareket ederek daha yüksek zırh korumasına sahip tankları sahaya getirdiği gibi, bazı tankların zırh korumasını artırma, stamp (içeriden kontollü) kule makinelitüfeklerini ve 360 derece farkındalık sağlayan sistemleri tanklara yerleştirmeye başladı. Bu konularda büyük bir çaba gösterilmesi kayıplarımızın artmasını önledi. Ayrıca, hasar gören zırhlı araçlar da ana tamir fabrikalarında hızla tamire alındı. Bu girişimleri olumlu değerlendiriyoruz. Aynı şekilde Roketsan tarafından silahlandırılan Anka İHA'larımız da bu yıl devreye girdi. Ancak, ordumuzun tarihi eksiği, bölük ve tabur düzeyinde orta-ağır silahların eksikliği kanımızca hala tam giderilemedi. 30 mm'lik zırhlı kulesi olan paletli veya 8x8 ZMA'lar, 40 mm'lik otomatik bombaatarlar ve daha çok 120'lik havan ve ayrıca 60-75-90 mm'lik piyade destek topu olan kulelere sahip zırhlı araçların artırılması iyi olur ki, bunların hepsi ülkemizde imal edilebilmektedir. Ayrıca, şehir savaşları için AMT'ler yerine daha uygun bir araç türü gerektiği de giderek ortaya çıkıyor.
İşin siyasi ve stratejik yanlarını daha sonra ele alacağız.
21 Temmuz 2017 Cuma
Duffer Kardeşler'in velinimeti; Stranger Things
Çocuk filmi gibi ama değil de gibi, çocuklar izleyedebilir ama izleyemeyedebilir gibi.... |
2016 yılının yaz dönemi dizi sektöründe hayli kısır bir dönemdi. Taaa kii Matt ve Ross Duffer adında ikiz kardeşler Stephen King, Steven Spielberg ve John Carpenter'dan bolca esinlenerek Temmuz ayında Netflix üzerinden Stranger Things'i çıkarana kadar... (Duffer kardeşler filmin senaryosunu Werner Bros başta olmak üzere 20'ye yakın yapımcı şirkete sundular. Ancak hepsi "Bu tutmaz" diyerek onları reddettmişti.)
Dünyada 100 milyondan fazla abonesi olan Netflix'in senaryo danışmanları yaptıkları incelemenin ardından diziye yapımcı olmayı kabul etti. (Duffer kardeşler kendilerinden o kadar eminlerdi ki henüz dizinin 2. sezonu onay almadan 2. sezonun senaryosunu yazmaya başlamışlardı.)
Stranger Things'in başlangıç süreci
Dizinin izleyicide bıraktığı en güçlü etki oyunculuklar. Özellikle çocuk karakterler Millie Bobby Brown (Eleven), Gaten Matarazzo (Dustin Handerson), Caleb McLaughlin (lucas Sinclair) ve esas oğlan Finn Wolfhard (Mike Wheeler) işi çok iyi kotarmışlar.
Duffer kardeşler filmde yer alacak başrol oyuncuları belirlemek için ABD ve Kanada'yı gezerek 906 erkek ve 307 kız çocuğunu değerlendirmeye almışlar. Nihayetinde dizideki 5 afacanda karar kılmışlar. Kanımca da tam isabet ettirmişler.
Oyuncu seçimlerindeki en ilginç anlardan biri de başkarakterimiz Eleven rolü için Milli Bobby Brown'ın seçilmesiydi. Brown daha önce Intruders'ın (Davetsiz Misafirler) tüm bölümlerinde oynamış bir kişilikti. Filmin yönetmenleri karşılarında böyle bir aday görünce en önemli rolü ona vermekte çekinmediler.
Eleven karakteri
Duffer kardeşler dizinin en önemli karakterini Eleven üzerine kurmuşlardı. Bu yüzden de bu rolü oynayacak kişinin 'karakterize' oluşu çok önemliydi. Duffer kardeşler, dizideki başrol karakteri güçlü ve akılda kalıcı kılmak adına Milli Bobby Brown'ın saçlarının kesilmesi gerektiği görüşündeydiler. 12 yaşındaki Brown saçlarının kesilmesi fikrine sıcak baktı ancak bilmediği bir şey vardı. Dizi ekibi Brown'ın saçının kazılmasını istiyordu.
Brown 'saç kazıtma' fikrini kabul etmedi. Hatta bu yüzde dolayı Bronw'ın çekim planları aksadı. Duffer kardeşler akıllıydı. Brown'ı Mad Max yoluyla ikna ettiler.
Imperator Furiosa (Mad Max: Furry Road) ve Eleven (Stranger Things) |
Dizi 1984 yılında geçmekte. Bu yılın seçilmesinin özel bir nedeni var. Soğuk Savaş'ın ABD ile Sovyet Rusya arasındaki gerginliğin zirvede olduğu bir dönem.
Hem Moskova hem de Washington'daki askeri birimler her iki ülkeyi dakikalar içinde yok edebilecek bir güce sahipler. Tüm dünya diken üstünde. Dizi Soğuk Savaş'ın bu yönünü üstün körü geçse de muhteşem 'soundtrack'ı, kostüm ve dekorlarıyla bu açığı başarıyla kapatıyor.
Hawkins Kasabası
Dizi ABD'nin sakin bir kasabası olan Indiana'daki hayali Hawkins kasabasında geçmekte. Hawkins sakin dedik ya, bu sakinliği size şöyle anlatalım. Hawkinsliler sıradan insanlar. Kasabada cinayet, hırsızlık, kapkaç, gasp, çete çatışması, uyuşturucu, kaçırılma olayları, çocuk istismarı gibi suçlar yok. Kısaca Hawkinslilerin hayatı Cunda'da Patricia koyunda küçük bir balık restoranı işleten eskinin öğretmeni şimdinin işletmecisi Kemal Bey kadar sıradan.
Gerilim, bilimkurgu, aksiyon tüm öğelerin harmanlandığı bir dizi Stranger Things. Türünün en iyi örneklerinden. Gereksiz ve kabından taşan hiçbir diyalog yok. Dizi Maratonu'nu sevenler için 2 günde bitirilecek türden.
Netflix'in The O.A'den daha iyi alternatif dizisi...
İstanbul işgal altında
Britanya İmparatorluğu'na bağlı askerler Taksim'de. ( Nisan 1920)
Arkadaki Ortodoksların önemli kiliselerinden Aya Triada
Ancak o çizmeleri bastığı topraktan atmak için Anadolu'da, tüm etnik ulusuyla birlikte mücadele veren bir yiğit adam vardı. Bu görüntüler dünya basınına düştüğünde Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açmıştı.
İngiliz askerlerinin yurttan atılma günü yakındı...
Beklenen şafaktan daha yakın...
Arkadaki Ortodoksların önemli kiliselerinden Aya Triada
Ancak o çizmeleri bastığı topraktan atmak için Anadolu'da, tüm etnik ulusuyla birlikte mücadele veren bir yiğit adam vardı. Bu görüntüler dünya basınına düştüğünde Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açmıştı.
İngiliz askerlerinin yurttan atılma günü yakındı...
Beklenen şafaktan daha yakın...
20 Temmuz 2017 Perşembe
Luftwaffe'deki en üst düzey Yahudi; Hava Mareşal Erhard Milch
Erhard Milch Lufteaffe'nin kurucularından ve gelişimini denetleyen Alman Saha Mareşali'ydi. |
O dönem evlerdeki her erkek Alman çocuğu gibi Prusya ekolüyle yetişmek ve asker olmak istiyordu. 18 yaşında Alman Kara Kuvvetleri'ne girdi. (Kayzer Almanyası / Prusya Krallığı) Okuldan 22 yaşında Topçu Teğmen olarak mezun oldu. Mezun olduğu yıl, okulda öğrendiklerini test etmek için kendini Harp Sahası'nda buldu. I. Dünya Savaşı başlamıştı...
Erhard Milch'in 1916'da kullandığı Hava Gözlem Casus uçağı / Kayzer Almanyası |
1917'de Hava Gözlem uçuşlarından cephe gerisine çekildi. 1918 yılına kadar cephe gerisinde uçuşları organize eden Alman Hava Kuvvetleri Uçuş Operasyonu bölümünde yüzbaşı olarak görev yaptı.
Sonrada Luftwaffe'de Hava Kuvvetleri Komutanı olacak olan Teğmen Hermann Göring / 700 kiloluk Fokker D.VII'siyle Batı Cephesi'nde poz verirken - 1915) |
2 senede şirketin kâr marjını büyüterek 1923 yılında Aero Union ile birleşerek Deutsche Aero Lloyd'u kurdular. Sachsenberg ile Milch sivil kariyerindeki yükselişlerine devam ettiler. Uçakları uçurmaktan ziyade uçağın teknik ve motorize özelliklerinden de anlıyor olmaları onların en büyük niteliğiydi.
I. Dünya Savaşı'nda Kayzer Almanyası'nın pilotları 700 kilo ağırlığında 200 KM'lik menzile sahip el ile bomba atabilen Fokker D.VII uçaklarını kullanmışlardı / Fotoğraftaki subay Rudolf Stark 1917) |
Hitler'i taşıyan Focke-Wulf FW 200 Condor tipi uçak ( 1932 Seçim Kampanyası) |
Göring, Hava Kuvvetleri kadrolarını yetkin pilotlardan oluşmasını istiyordu. Bunun için dönemin en iyi hava subaylarını orduya asker olarak çağırdı. Adolf Galland ve Eric Hartman, bunlardan sadece birkaçıydı.
Luftwaffe'nin kuruluş süreci
Erhard Milch, sivil havacılık şirketini yönettiği günlerde Adolf Hitler'in NSDAP'ına yakından ilgi duyuyordu. Ayrıca Göring de yakın arkadaşıydı. Goering ile Milch sürekli olarak Bavyera'da, Münih'te ve Berlin'de hava kuvvetlerinin geliştirilmesi ve Nazi Partisi'nin iktidara gelmesi için strateji ve planlamalar üzerinde çalıştı. Nihayet Hitler Ocak 1933'te iktidara geldi. Milch de Göring'in yardımcısı olarak Silahlanma Üretiminden Sorumlu Savaş Bakanı oldu.
Gestapo'dan Milch'e 'Yahudi' sorgulaması
Gestapo 1935'te babası Anton Milch, Yahudi olduğu gerekçesiyle Erhard Milch'e soruşturma başlattı. Milch'in arkası güçlü olduğu için Gestapo Milch'i yalnızca tehdit ederek görevinden istifa etmesi konusunda onu zorladı. Hermann Göring'in de yardımlarıyla Milch soruşturmadan hiçbir zarar görmeden sıyrıldı.
1938 yılında Milch askeri kariyerindeki yükselişini sürdürdü. Luftwaffe, üç sene içerisinde dönemin en korku duyulan hava kuvveti haline gelmişti. Milch tüm bu katkılarından dolayı Albay rütbesine yükseltildi.
Luftwaffe'den korku duyulmasına sebep olarak Milch'in emriyle Diktatör Franco'ya destek amacıyla Alman Hava Kuvvetleri'nin 2 Nisan 1937'deki Guernica bombardımanı gösterilir.
1937 / Bombardıman esnasında harabeye dönen Bask şehri. Cenazeler sokaklara savrulmuş durumdaydı |
Erhard Milch, Hermann Göring ve Ernst Udet eserleriyle gurur duyuyorlardı...
1939-1940 Avrupa'nın işgali
Blitzkrieg Harekâtı'nın önemli bir kısmı zırhlı ve mekanize tank birliklerini temel alsa da, Stuka (Junker Ju 87 /Alman Hava Kuvvetleri'nin hafif bombardıman uçağı. Özellikle ikili çatışmalar için tasarlanmıştır. Hafif ve çevik gövdesi sayesinde Alman pilotlar müttefik ve Sovyetler ile yapılan birçok taaruzdan zaferle çıkmıştır. Alman pilotlarının havacılıktaki başarısının önemli bir parçası Stuka'dır.) dalış bombacıları da operasyonun önemli bir parçasıydı.
Blitzkreig Harekâtı'na katılan Junker 88 / Stuka |
Fransa'nın tümüyle işgalinin ardından Wermacht kuzeye yönelerek sırasıyla Belçika, Hollanda, Danimarka ve Norveç'i işgal etti. Wermacht'ın zırhlı birliklerinin karada ilerlemesinin en büyük nedeni Stuka'ların bitmek bilmeyen hücumlarıydı. Stukalar öylesine sert dalışlar yapıyordu ki yere 50 metre kadar alçalarak düşman hattındaki mevzilerin tahrip edilme oranını yüzde yüze yaklaştırıyordu.
Hitler'in özel hava birimi olan Luftflotte V, Norveç ve Danimarka'da direnen tüm güçleri dümdüz etmişti. Tüm bu operasyonları yöneten isim Erhard Milch'ti. Blitzkrieg Harekâtı'nın başarıyla neticelenmesinden sonra bizzat Hitler tarafından Generalfeldmarschall (Türkçe karşılığı Saha Mareşali olan rütbe savaşta başarı göstermiş Alman kurmaylarına verilen en yüksek rütbelerdendi) rütbesine yükseltildi.
1941-1942 Rusya'nın işgali / Milch gözden düşüyor
Almanya'nın çılgın planlarından biri de tarihin en büyük kara harekâtı olarak bilinen Barbarossa Operasyonu'ydu. Plana göre Alman Generalleri Ocak 1942'ye kadar nihai zaferi elde edeceklerine emindi. Generaller kurmaylarına "Yeni yılı evimizde kutlayacağız" sözünü söylemişti.
Ancak Rusya cephesi tarihin her döneminde çetindi. Napolyon Bonapart, Rusya seferinde Rus ordularını dağıtmıştı ancak General Kış dediği Rusya'nın sert, buzlu ve soğuk iklimini geçememişti. Almanlar Rusya'nın sert kışını biliyorlardı ancak savaşın kışa uzamayacağından çok emindiler. Bu yüzden Doğu Cephesi'ne giden askerlere kışlık kamuflaj verilmemişti.
1941 Haziranı'nda savaş başladığında Almanlar tıpkı Blitzkrieg'de olduğu gibi hızlı ilerleme kaydettiler. Ağustos ayında Moskova'ya en yakın şehir olan Smolensk'e ulaşmışlardı. Rusya'yı Volga, Leningrad ve Kırım üzerinden kuşatan Alman ordusu çemberi daralttıkça daha sert direnişle karşılaştı.
Erhard Milch'de bu dönem gözden düşmeye başladı. Çünkü Wertmacht, havadan yeterince destek alamıyordu. İaşe ve yiyecek problemi başlamıştı. Özellikle Ekim ve Kasım yağışları Almanları çamura saplamıştı. Ordunun ilerleyişi durmuştu. Milch'in kontrolündeki Hava Kuvvetleri Doğu Cephesi'ndeki askerlere yeterince yardım edemiyordu.
Tıger I tankları Barbarossa Harekâtı'nda cephenin en önünde savaşan zırhlı birliklerdi |
Kursk muharebelerinde Alman sızmaları / Temmuz 1943 |
Savaş sona erdiğinde Erhard Milch, Almanya'dan kaçmaya çalıştı. Ülkeden çıkmayı başarabildi ancak Baltık sahilinde Müttefik askerlerine yakalandı. 4 Mayıs 1945'te de tutuklandı. Onu yakalayanlar kaptanlığını Derek Mills-Roberts'ın yaptığı İngiliz Komanda Tugayı'ydı.
Alman kurmay sınıfının en üst düzeyleri Nürnberg'te yargılanıyor ( Temmuz 1946) |
1953 yılında Batı Almanya'nın ulusal havayolu firması Lufthansa'dan teklif aldı. Ancak o artık sakin bir hayat geçirmek istiyordu. 1956 yılında Düsseldorf'a yerleşti. Geri kalan hayatını klasik bir tabirler çiftçilik yaparak geçirdi.
25 Ocak 1972 yılında 79 yaşında hayatını kaybetti. Cenazesi Lüneburg'daki Zentral Şehir Mezarlığı'ndadır.
Birincil Kaynakça:
David Irving / Göring's deputy, architect of the German air force and founder of Lufthansa:The Rise and Fall of the German Air Force - Kitabı okumak için tıklayın
The Estate of General Field Marshal Erhard Milch / Hakkında yazılanları okumak için tıklayın
The Rise and Fall of the Luftwaffe: The Life of Field Marshall Erhard Milch - Kitaba erişmek ve okumak için tıklayın (Kitabın orjinali Amazon.com'da bulunmaktadır)
Harp Tarihçisi Rob Hopmans, Erhard Milch'in mezarını fotoğraflamıştır. Fotoğraflar için tıklayın
Guernica Bombardımanı tık tık
Heinz Guderian - Bir Askerin Anıları / Kastaş Yayınları (Baskı yılı 1981)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)