Bu aralar yine uykuya dalmak da zorlanıyorum. Pencereye vuran rüzgâr camı zangır zangır titretiyor, kalbimin erimesi gibi. Hiçbir zaman da öyle birkaç kadeh atıp uyuyan birisi de olamadım. İçki içince benim kalbim daha hızlı attığı için gece yatağa uzandığımda kalp atışlarımı ağzımda hissetmek iyi gelmiyor bana. Bir de onunla uğraşamam gece vakti.
Dışarısı kalabalık, neredeyse İspanya'nın en kuzeyinde okyanus kıyısındaki bir şehrin nüfusu tek bir semtte toplanmış burada. Bu şehre neden bu kadar yükleniliyor? Sokaktakileri yarısının varlığı bu kente yük, yok olup gitseler hem şehir rahat edecek hem de kalanlar.
Hastalanınca ne yapacağımı bilmiyorum. Hastalanmadan ne yapılması gerektiğini de sen biliyorsun. Bence güzel çağrışım bu.
Okuyamadığım kitaplar, izlemediğim filmler, göremediğim ülkeler, ıskaladığım pek çok an, sevdiğim bir kalp, unutmadığım bir insan, hayatının yarısını geçirmiş olmanın verdiği his, uzaktan belli belirsiz gülüşün, minik evimde kurduğum bir dünya, geride bıraktıklarım, koştuklarım, kapıyı çarpmadan gittiğim evler, gergin bir ruh hali, arkada durağan bir halde çalan Mazzy Star şarkısı, her defasında uzatmaya karar verip kısacık kestirdiğim saçlarım, tüm gün hiçbir şey yapmadan evde oturmalarım, ayaklarımı duvara dikip kuracak bir hayal bulamadan baktığım beyaz tavan, önceleri el ele yürüdüğümüz şimdilerde tek başıma dolaştığım o caddeler, neler oldu, nerelerdesin, neler görüp de neler geçirdin, her sabah doğan güneşin hazırladığı yeni hayat neler sundu sana, sonunu getiremediğim günler. Böyle geçiyor işte zaman.