Sinema eğitimini Birleşik Devletler'de gördükten sonra ülkesine dönen Refn, büyüdüğü sokaklardaki torbacıların hayatlarından etkilenerek öyküsünü oluşturduğu Pusher filminin ilkindeki Frank karakterine kendinden de bir şeyler eklemeyi ihmal etmemiş.
Frank'in Kopenhag'ın en belalı mafya babasına borcunu ödemek için çabalamasının yanında film izlemeyi ihmal etmemesi, gündelik yaşamın akışına bir şekilde ayak uydurmaya çalışması beyazperdeye o kadar iyi aktarılmışki, tüm bu detaylar Refn'nin sinematografisinin ne kadar gelecek vaat ettiğinin en bariz göstergelerinden.
İyi öykü anlatıcısı olan Refn, Pusher'da "torbacı" olarak tabir edilen alt düzeyli serserileri odağına alan filminde şiddeti ön plana çıkarıyor. Pusher serisinde, Refn'in Drive, Neon Demon, Cennetin Kapısında, Bronson gibi filmlerinden farklı olarak "geleneksel" yan ortaya çıkıyor.
Refn'in şiddete yönelik estetik bakışı, sınır ihlalleri yapan, kural tanımaz karakterlerinin hayatlarında neden hiçbir şeyin yolunda gitmediğinin birer göstergesidir. Frank'in (Kim Bodnia) başına gelenleri sorgulamayız çünkü belayı kendisine çağırtmaktadır.
Frank'in film boyunca çevresine yaklaşımı, aylarca aramadığı annesinin son parasını dahi alması ve annesinin ona sarılmak istemesini omuz silkerek reddetmesi, onun insan olma iddiasını bize sorgulatır.
Finalde Vic'in Frank'e yaptığı ve Frank'in arabanın arkasındaki çaresiz o son bakışı seyirciye bir nevi "Katharsis" duygusunu yaşatır. Çünkü Frank'in Vic'e yönelik tavırları seyiricideki itki duygusunu geliştirmiştir. Frank başına gelebilecek her şeyi hak etmiştir. Son sahne ile Refn, hem seyirciyle barışır hem de onu rahatlatır.
Pusher, Danimarka sinemasının yerel dilde (Danca) çekilmiş ilk suç filmi. Lars von Trier, Thomas Vinterberg, Anders Thomas Jensen, Ole Christian Madsen ile aynı ekolden gelen Nicolas Winding Refn'in ve Danimarka sinemasının "altın çağı"na canlı şahit ediyor olmanın mutluluğu ile bu yazdığım tüm yönetmenlerin filmlerine yakın durmanızı tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder